Kentsel Zamanı Yakalamak

Geçmiş, yitirmemek için sımsıkı tutmaya çalıştığımız bir avuç kum gibidir. Akılsızlıkla sıktıkça daha fazla akar gider. Geçmişi, geleneği ve kültürü geleceğe taşımak akıl işidir.

Geçmiş, yitirmemek için sımsıkı tutmaya çalıştığımız bir avuç kum gibidir. Akılsızlıkla sıktıkça daha fazla akar gider. Geçmişi, geleneği ve kültürü geleceğe taşımak akıl işidir. Tüketimin çılgınlık düzeyine vardığı, anlamların ve değerlerin yerini tüketilecek beğenilerin aldığı bu çağda bize ait olanı korumak özentilerle olamıyor. Başkalarına benzemek için kopya banallikler üreterek ise sadece kendimizi yok ediyoruz.

Gözleri bağlı bir kişinin gözlerini dünyanın herhangi bir kentinde açtığınızda, o kenti bilip tanıyabiliyorsa, bu durumda o kentin ayırt eden bir kimliği var demektir. Bunları semtlere, mahallelere, sokaklara ve meydanlara da indirgeyebilirsiniz. Eğer gözlerini açan kişi, çevresinde gördüğü özgün olmayan yapılanmadan dolayı kenti tanımakta zorlanıyorsa; o kentin bir kimlik sorunu olduğundan kuşkulanabilirsiniz. Yine o kent mekânlarının insanla bağlarında sorunlar olduğunu söyleyebilirsiniz.

Bir sokakta veya caddede yürürken, çevrenize dikkat edin. Şimdi şunu söyleyin; bu kenti, başka kentlerden ayırt eden nedir? Eğer kendinizi o kent yerine, bir başka kentte gibi hissediyorsanız bu durumda o kent ve siz –geri dönüşü olmayan bir yolda– iki dünya arasında kaybolmuşsunuz demektir.

Çağın kentleri dönüştüren tüketim anlayışı, her yeri birbirine benzetmeye çalışıyor. Bu, küreselleşmenin net sonuçlarından birisidir. Artık önemli olan, o kentin özgünlüğü ve kimliği değil. Önemli olan, o kent içinde markaları ayırt edebilmek… Bu yeni durum, ulusal ve yerel kimlikleri de ortadan kaldırıyor. İngiliz, Fransız, İtalyan, Türk olmanız ya da başka bir etnik kimliğe sahip olmanız önemli değil; önemli olan, herhangi bir küresel markayı fark etmeniz, onu özümsemeniz…

Dolayısıyla tüm kentler, giderek birbirini andıran marka toplulukları haline dönüşüyor. Bir anlamda; “Kahrolsun kimlik, yaşasın küresel markalar” diye çığlık atıyor bugünün kentleri… İşte; kentin sanallaşması ve iki dünya arasında geri dönüşü olmayan biçimde kaybolması budur.

Kentler, giderek artan tempoda doğadan ve insandan kopuyor. Mekân ölçeği, insan boyutlarını aşmaya başladı. Daha çok tüketebilmemiz için, insanın algılamakta zorlandığı yeni bir sanal dünya yaratılıyor. Adeta bilgisayar oyunlarındaki karakterlere benzemeye başladık. Başkalarının yarattığı dar bir iklimde yaşamaya zorlanıyoruz. Bu iklime dokunmak ve bu ortamın ilişkilerine insanca katılmak gün be gün zorlaşıyor.

Geçmişten ve gelenekten hızla uzaklaşıyoruz. İnsanın insanla ve doğayla iletişimi demek olan yaşamın uzağına düşüyoruz. Geri dönmek istediğimizde ise; ne yazık ki, ulaşmak istediklerimizin tümünü yitirmiş olacağız. Geriye sadece aynılık ve monotonluk kalmış olacak.

Ben; geleneği olan, tarihsel ve kültürel köklere sahip, gözlerimi açtığımda tanıdığım, Avrupa’daki herhangi bir yerleşime benzemeyen ama kendine benzeyen bir kentte yaşamak istiyorum. Benim gibi köklerini ve geçmişten geleceğe uzayan ilişkilerini hissetmek isteyen başka yurttaşlar olduğuna da eminim. Eğer kenti yönetenler, mimarlar ve kent plancıları bizim için bir şeyler yaratmak istiyorlarsa, bunu dikkate almak zorundalar.

Bunları neden söylüyorum? Anlatmaya ve yazmaya devam edeceğim. Yokolan tarihîve kültürel kimliğimiz için, halen yapmakta olduğumuzdan çok daha fazlasına ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Yaşadığımız kent, bize Anadolu geleneğinin mirası olan çok özel örneklerden biridir.

Güncel Haberleri