Kadınlara yönelik şiddet ve buna bağlı öldürme olayları ile birlikte toplumda bir toplumsal cinsiyet sorunu ve yükselen vahşetin varlığının farkına vardık ve tepki verdik. Hayvanlara yönelik sosyal medyada psikopat sergilemelerle gördük ve tepki verdik. İş yerlerindeki değişik nedenli patlamalar ile emniyet ve denetim zafiyetini kavradık ve tepki verdik. Bir genç insanın sokak köpekleri tarafından öldürülmesi ile kentsel güvenliğin basit önlemlerle sağlanamayacağını öğrendik ve tepki verdik. Bunlara daha pek çok örnek ekleyebiliriz.
Çoğaltabileceğimiz bu örneklerin neredeyse tümündeki ortak yan, acılı sorunlar oluştuktan sonra farkına vararak tepki vermemizdir. Bu da bir ‘reaksiyon toplumu’ olduğumuzu gösteriyor. Tepkiler sonucu oluşturduğumuz reaksiyoner, ‘sözde’ çözümlerin ise ancak yeni bir sorun meydana geldiğinde işe yaramadığını kavrıyoruz. Sokak hayvanlarının durumu bu konuda en net örneklerden biridir.
Hayvan korumacılar sokak hayvanlarının korunması konusunda etkili kampanyalar yaptılar. Bazı belediyeler korumacıların talepleri karşısında hayvan koruma barınakları oluşturdular. Sonuçta hayvanların açlıktan veya vahşetten buralarda telef oluşlarını fark edince, bu çözümlerin (hayvan severlerin tepkileri karşısında) ‘dostlar alışverişte görsün’ diye yapılan işler olduğunu kavradık.
Mevcut (gerçekten varsa) kentsel vizyon ve ilkeler, stratejik planlama, bunlara bağlı politika ve programların kentsel güvenlik konusunu ciddi anlamda içermediğini açıkça görüyoruz. Kentsel güvenlikle ilgili yerel faaliyetler sadece tepkiler oluştuğunda gündeme gelen reaksiyoner uygulamalardır. Kentte can veya mal kaybıyla yaşanan her olumsuz olay bu gerçeği doğrular niteliktedir. Bu durum, vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşları olarak artık güvenlik konusunda tek tek örnekler yerine bütünsel vizyon ve planlar geliştirilmesini zorlamamız gerektiğini ortaya koyuyor.
Yerel yönetimlerin kentsel güvenlik konusunu tam olarak kavramadıkları kuşkuya yer bırakmıyor. Ama benzer zafiyet sıkıntılarını vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşları da yaşıyor. Bu nedenle sürecin kentteki tüm aktörler açısından araştırılması, tartışılması ve uzlaşmaya bağlanması gerekiyor. Özetle; kentsel güvenlik konusu, kentin tamamını kapsayan topyekûn bir problemdir.
Sabaha karşı saat 04.00’te kentin merkezinde silah sesleriyle uyanıyorsanız, kentsel güvenlik konusunun yukarıda anlattıklarımdan ibaret olmadığını daha iyi anlıyorsunuz. Eğer bir kent yasa dışı veya kayıt dışı ilişkilerden kaynaklanan sorunlar yaşıyorsa veya o kentte yaşayanların başını güvenlik sorunları ağrıtmaya başladıysa, bunlar polisiye güvenlik önlemleriyle bir dereceye kadar durdurulabilir. Asıl olan söz konusu sorunlar demetini yaratan ana kaynakları ortadan kaldırmak ve daha sonra sorun yaratacak kaynakları oluşmamasını planlayıp yönetmektir.
Küçük sayılabilecek geleneksel bir yerleşimden metropol olmaya doğru yol alan kentlerde sık karşılaşılan sorunlardan biri güvenliktir. Genelde bu sorunun kaynağı (alan ve nüfus olarak) planlanmamış, yönetilememiş ve denetlenmemiş kentsel büyümedir. Bu değişimi yaşayan kentlerde genelde kentsel planlamanın ancak tek boyutlu mekânsal düzenleme ve kozmetik cazibe olarak anlaşılması, insan eksenin başka türden sorunlara yol açmaktadır. Büyüyen bir kente sadece fiziksel ve kozmetik mekân olarak bakılması ile kent olgusunun karmaşık ve çok boyutlu bütünselliğinin unutulmasının ‘sistem dışı’ sorunlarını yaşamaya başlamak üzeredir. Kentin güvenlik konusu, (önlemsizlik ve sorunların gerçek kaynaklarını yok edemeyen ‘uyduruk’ önlemlerle yasa dışılık unsurları oluştuktan sonra) sadece güvenlik güçlerinin çözmesi gereken sorunlardan ibaret değildir. Yasa dışı unsurların oluşmasına yol açacak sorun kaynaklarını baştan düşünüp ona göre hazırlanmak gerekir.