Küreselleşme; ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik açılardan dünya ölçeğinde bütünleşme ve dayanışmanın artması olarak tanımlanıyor. Küreselleşme kavramı ile her an daha fazla bilginin üretimi kadar bilginin gelişen medya organları ve İnternet de dâhil olmak üzere bilişim ve iletişim araçları ile daha hızlı yayılımı ifade ediliyor. Küreselleşmenin bir diğer önemli boyutu ise farklı ülkeler arasında ekonomik ilişkilerin yoğunlaşması ve bu uluslararası bağımlılık ilişkisi ile adeta yeni bir dünya ekonomisi yaratılmasını anlatıyor.
Küreselleşmeden olumlu etkilenen ülkeler olduğu gibi; bu süreçten olumsuz etkilenenler de var. Küreselleşmenin etkileri, söz konusu ülkenin ekonomik yönden gelişmişliği ile çok yakından ilgili. Ama bir önemli nokta daha var. Eğer malum ülkede ekonomik, sosyal veya kültürel iç dinamikler, küreselleşmenin etkilerini değerlendirebilecek olgunluk ve güçte iseler, bu süreçten etkilenme biçimi de olumlu ve yararlı oluyor. Zayıf iç dinamiklere sahip ülkeler ise küreselleşmenin baskısı altında eziliyor; güç ve kimlik kaybına uğruyorlar. Özetle; iç ve dış dinamikler arasındaki etkileşme ve denge durumu, küreselleşmenin etkilerinin ne yönde oluşacağını ciddi anlamda belirliyor.
Küreselleşme ile birlikte ulusal ekonomiler –deyim yerindeyse– gölgede kalmaya başlarken, bölge ve kent ekonomileri daha fazla seçilir ve ayırt edilir hale gelmeye başladı. Kent turizmi gibi kentin tamamını bir ürün ve hizmet karması olarak pazarlamayı hedefleyen yaklaşımların, son yıllarda popüler olmasının arkasındaki neden de budur. Kentler, küresel ekonomik ve sosyal yaşamın derhal fark edilen uç noktaları olmaya başladı.
Türkiye’deki küreselleşme ile kent ilişkisini incelediğimizde; kentlerimizde yaşanan değişimin, iç dinamiklerin zayıflığı nedeniyle dış faktörlerin etkisinde kaldığını gözlüyoruz. Küreselleşmenin etkileri, öncelikle büyük kentlerimizde görülmekte; ne yazık ki, iç dinamiklerin etkisizliği tehlikeli bir sürece işaret etmektir. Özetle; küresel çağda kentler ön plana çıkarken, bizim kentlerimizin bu süreçten etkilenmesi olumsuz yönde olmaktadır. Bir başka deyişle; kentlerimiz, bir yandan küreselleşmenin tehditlerini göğüsleyemezken, diğer yandan da küresel faktörleri, değer yaratan mekanizmalar haline dönüştürmekte zayıf ve eksiklidir.
Son yıllarda kentlerde yaşanan en önemli değişikliklerden biri, yerel hizmetlerin giderek kamu hizmeti özelliğini kaybediyor olmasıdır. Mesele, belediyelerin yerel hizmetleri taşeronlar aracılığı ile daha az maliyetli sunmaya çalışmaları değildir. Yerel hizmet anlayışının yerini, hızla piyasaya uyarlanmış hizmet anlayışının almaya başladığını yaşadığımız kentlerde de gözlüyoruz.
Vatandaşa hizmet sunulmasında; kamu yararı ve sosyal hedefler anlayışının yerini kazanç elde etme ve kâr yapma yaklaşımı aldı. Hizmetler satışa sunularak ticari hale getirilirken, 1980 sonrasında esen piyasacı rüzgârların etkisiyle kentli yurttaş kavramının yerini de müşteri yaklaşımı almaya başladı. Günümüzde ekonomik düzen, acımasızca her şeyi meta haline (alınır-satılır hale) dönüştürüyor.
Belediyelerin daha az maliyetli hizmet üretmeleri amacıyla yerel hizmetleri aracılara yaptırmaları ile bu hizmetleri satarak gelir ve kâr elde etmeleri anlayışları birbirinden çok farklıdır. Zayıf ve ağır aksak yürüyen ulusal ekonomilere müdahale eden küresel güç odakları, yerel yönetimlerin de bir alıcı-satıcı ilişkisi içinde olmalarını yeğlemekte ve dayatmaktadırlar. Dolayısıyla yerel hizmetlerin taşeronlaşması, küreselleşmenin kent üzerindeki etkilerinden bir diğeri olarak algılanmalıdır.
20’nci yüzyılın son çeyreği ile başlayan süreç, üretim sorunlarının aşıldığı ve üretimin genel anlamda bir problem olmaktan çıktığı bir dönemdir. Günümüzde üretim sorunlarının yerini, pazarlama ve satışta yaşanan rekabet sorunları almıştır. Bugün işletmeler bir mal veya hizmeti üretmekten daha çok, onu satabilmek ve rekabetçi piyasalarda ayakta kalabilmek çabası içindedirler. Mal ve hizmetin kolaylıkla üretilebildiği bu dünyada bilişim, iletişim ve lojistikteki gelişmeler sayesinde ürüne ve fiyat-stok bilgisine ulaşmak da kolaylaşmıştır.
Kırlar, tarımsal üretimin alanlarıdır. Kentler ise tarihte sınaî üretimde öne geçişleri ile ayırt edilmişlerdir. Fakat yukarıda sözünü ettiğim mal ve hizmet üretimindeki patlama, kentleri tüketim mekânları haline dönüştürmüştür. Bu süreçte kentlerin üretim merkezleri olmaktan daha çok, –alışveriş merkezleri gibi örnekler ile– tüketim alanları haline dönüştüğünü gözlüyoruz. Ekonomileri ve sosyal yapılanmaları güçlü olan kentler, küreselleşmenin kenti sanal bir tüketim dünyası haline dönüştürmesini engellerken; iç dinamikleri gelişmemiş, zayıf yapılı kentler bu rüzgârlara direnmekte zorlanıyorlar.