Küreselleşme ve tüketen kültür

Artık yaşantımızın doğal bir parçası haline gelen küreselleşme olarak ifade edilen yeni durum, içinde pek çok özelliği taşıyor.

Artık yaşantımızın doğal bir parçası haline gelen küreselleşme olarak ifade edilen yeni durum, içinde pek çok özelliği taşıyor. Küresel olarak isimlendirebileceğimiz bu yeni dönemle birlikte, finansın sınır tanımaz akışı çok yüksek debilere ulaştı. Bilişim ve iletişim başta olmak üzere çok ciddi teknolojik gelişmeler sağlandı. Dünyanın farklı bölgelerinde üretilen mal ve hizmetlere ulaşmak kolaylaştı. Kolaylaştı; çünkü dev şirketler açısından ulusal pazarlar genişleyerek küresel hale dönüştü. Tüm bu gelişmelerin ışığında bilginin, sınırlar ötesi akışı kolaylaştı. Böylece benzer mal ve hizmetleri dünyanın herhangi bir yerinde sağlamak mümkün oldu.

Bu süreci yönetenler ve denetleyenler, genelde gelişmiş ülkeler oldular. Herhangi bir piyasada bulabildiğimiz mal ve hizmetler ise, dolaylı veya dolaysız olarak gelişmiş ülkelerin pazara sundukları ticari ürünler oldu. Örneğin iyi bilinen bazı kolalı içecekler kendilerine yeni pazarlar buldular. Bir Amerikan sığır çobanı ve çiftçi giysisi olan blue-jean dünyanın her yerinde satılan ve giyilen bir ürün oldu. Yazılım ürünleri üretip satan malum küresel şirketin pazarı çok daha büyüdü. Batının özenilen otomobilleri daha kolay edinilebilir hale geldi. Evimizin her köşesi, gelişmiş ülkelerin lisans veya patentine sahip oldukları elektronik ürünlerle doldu. Gelişmiş ülkelerin üretim ve satış hacimleri büyürken, yerel üreticiler bu küresel baskılar karşısında gerli çekilmek zorunda kaldılar. Bir anlamda; küresel olan, yerel olanı ezdi, yok etti.

Yukarıda özetlediğim gelişmeler, sadece ticari mal ve hizmetlerde gerçekleşmedi. Kültür alışverişinde de durum, daima gelişmiş ülkeler lehine bir durum izledi. Başta medyada olmak üzere; değişik vesilelerle Batı kültürünün yaygınlaşma süreci hızlandı; bir kültürel aynılaşma başladı.

Günümüzde Batının tüketim temelli kültürü de bir tarihsel ve sosyolojik sürecin ürünüdür. O ülkelerde yaşayan toplumların doğal bir parçasıdır. Diğer yandan; bu kültür, tümüyle farklı özelliklere sahip ülkelere aktarıldığında, gelenek ve süreç farklılığı nedeniyle bir sığlıkla birlikte gelmektedir. Batının kendine özgü kültürel zenginliği, tüketim amaçlı olarak diğer ülkelere transfer edildiğinde; gittiği ülkede kendini bir kültürel sığlık olarak ifade etmektedir. Bu tezin doğrulamasını görmek için, yaygın medyanın TV programlarını birkaç saat için bile olsa izlemek yeterlidir.

Burada bir başka tartışmaya dönmek istiyorum. Son yıllarda küresel ve yerel değerler olarak bir ayırım yapılmaya başlandı. Örneğin Eyfel Kulesi’ni bir küresel değer olarak algılarken, kendi kentimizdeki bir Selçuklu ya da Osmanlı camisini yerel bir değer olarak görüyoruz. Söz konusu camiyi bir evrensel değer olarak algılamakta zorluklar çekiyoruz.

Yine bu bağlamda; bir Türk müziği parçasını Batı sazları ile çalmayı ve Batı tarzı ile söylemeyi, “yerel olanı küresel olarak ifade etmek” biçiminde anlamaya başladık. Adeta kendimizi Batılı insan beğendirmek, küresel olabilmekle eşdeğer olarak anlaşılmaya başlandı. Bu konu, yeni bir hikâye de değil. Osmanlı’nın Batılılaşma merakına düşmesinden bu yana, yaşayageldiğimiz bir gerçeklik…

Kendi mutfağımızı yerel mutfak olarak algılarken, Fransız veya Çin mutfaklarını küresel olarak anlamaktaki ısrarı kavramak mümkün değil. Diyelim ki; bize ait olan değerlerin çerçevesi dar ve üzerinde çalışmaya gerek var. Neden bu çalışmayı Batıya angaje bir anlayış ile yapmaya çalıştığımızı kavramak olanağı yok. Bir dünya değeri olmaya doğru giden yol, önce kendi değerlerimizin dünya değerleri ile eşdeğer olabileceğinin kabulünden geçiyor. Kendimizi azımsayarak, kendi değerlerimizi aşağı görerek gidebileceğimiz fazla yol yok. Kendisini önemli ve değerli bulmayanı, başkaları hiç bulmaz.

Güncel Haberleri