Jean Paul Sartre’ın kendi yaşlanışıyla yüz yüze bakışı hakkında gülünç ama acıklı bir öyküsü vardır.
Sartre flörtçü ve çapkın biri olarak tanınırdı. Gençliği boyunca tam bir zampara hayatı yaşadı. çok sayıdaki yazıları dahil tüm etkinlikleri, kadınlara olan ilgisinden sonra gelirdi.
Kendisine yapılan konferans tekliflerini değerlendirirken, dinleyici kitlesini entelektüel açıdan cazip bulup bulmadığı ya da ücretin yeterince yüksek olup olmadığı esasına göre değil, dinleyicilerin büyük çoğunluğunu kadınların oluşturup oluşturmayacağı; daha önemlisi, konferans programının konuşma öncesinde ve sonrasında kadınların arasına karışmasını ve muhtemelen birkaçını baştan çıkarmasını mümkün kılacak biçimde organize edilip edilmediği esasına göre karar verirdi.
Fiziksel açıdan çekici bir adam olmasa da, çoğu kadın onun baştan çıkarışlarına kayıtsız kalamazdı. Kadın tavlamaktan asla vazgeçmedi. istediği son kadın tarafından da sevilene dek, kendini sevimsiz hissederdi. Dolayısıyla kadın peşinde koşma alışkanlığı kronik bir hal almıştı. Her defasında kaygılı bir bekleyiş içine girer, sonrasında da sonuç ne olursa olsun depresyona sürüklenirdi. Yaşlandıkça, arzulanma takıntısı daha da şiddetlendi.
Bir gün Paris’te, kalabalık bir otobüse binerken, ön tarafta oturan genç bir kadın gördü. Dirsekleriyle kalabalığı yararak ona doğru ilerledi. Gözleri genç kadının gözleriyle buluşunca bir an için cesarete gelip, ona yanaşmaya niyetlenen başka yolcularla yarıştı. Nihayet kadının yanına vardığında, genç kadın, "Buyurun, amca!" diyerek kalktı ve yerini ona verip oradan uzaklaştı.