İnsan olarak diğer canlılardan en önemli “üstünlüklerimizden” birinin düşünmek olduğunu iddia ederiz. Diğer yandan tür olarak bizi ayırt ettiğini söylediğimiz bu farklılığın sorunları üzerine yeterince kafa yormuyoruz. Bu özelliğimizi yeterince iyi kullanabildiğimiz kuşkulu… Düşünce sistemimizin önüne geçen korkularımız daha nitelikli düşünebilmenin önünde engeller oluşturuyor. Korkularımızın üreticisi olan baskılar, muhtemelen düşünebilme yetimizi köreltiyor.
Düşünmek adını verdiğimiz yetiyi özgürce geliştirebilmek için nelerin nitelikli düşünmenin önünü açtığını bilmek lazım. Bu konuda bize yardımcı olacak yollardan biri, düşünce atlasında kendine yer edinmiş olan insanların özelliklerini incelemek olmalı. Büyük buluşlara yol açan, bilim ve sanat alanlarında izler bırakan ve/veya dünyanın kültürel akışının yönünü değiştiren insanlar nitelikli düşünme aşamasına ulaşmak için nasıl yaklaşımlar kullandılar? İnsanın öğrenmesinde karşılaştırmanın (kıyaslamanın) önemini hatırlayınca, düşünceyi böyle analiz etmenin yararlı olacağı sonucuna varabiliriz.
Bağnazlık (fanatizm), düşünmenin önünü kapatır; çünkü nitelikli düşünme, açık fikirlilik ile başlar. Hiç kuşkusuz; gelenekler önemlidir. Ama tümüyle geleneklerle donanarak yeni bakış açıları elde etmek mümkün olmaz. Gelenekler açısından baktığınızda; önemli olan; geçmişi ve geleneği bugüne ve geleceğe yenilikle eklemleyebilmektir.
Yeni olan –neredeyse– her şeyin içinde geçmişten ve gelenekten taşınan unsurlar var. Yenilik yaratmak, çoğu zaman geleneğin parçalarının daha iyi biçimde yeniden bütünleştirilmesi anlamına geliyor. Kimi durumlarda ise bu birleştirmeye yeni unsurlar da eşlik ediyor.
Yeni ve özgün olan, pek çok durumda dirençle karşılanıyor. Ama tarihin büyük yanlışları da bu direncin içinde yer alıyor. Geçmişte kendi alanlarında ünlü olmuş bazı kişi, kurum ve kuruluşları bugün hatırlamıyoruz; bu yok oluşta onların yeni ve özgün olana direnmelerinin ciddi payı var. Bir örnek arasanız; İsviçre’nin ünlü mekanik saatçiliğinin elektronik saatler karşısında bağnaz direnişini hatırlayın. Yine PC bilgisayar sektörüne girmekte geç kalarak yokuşa aşağı inişe geçen geçmişin ünlü bilgisayar devlerini de sektörün tarih kitaplarından okuyabilirsiniz.
İyi ve nitelikli düşünmenin en önemli unsurlarından biri araştırmaya ve iz sürmeye yönelten kuşkuculuktur. Düz mantığın, ön yargılarımızın veya kabullerimizin o an gördüğümüz veya tanık olduğumuz şeyi sıradanlaştırmasına –yaşamın olağan bir parçasıymış gibi anlamamıza– izin vermemek gerekir.
İyi düşünme yetisini geliştirmiş kişi, farkındalık konusunda da ilerlemelidir. Gördüğü bir olayı dikkatle incelemeli, çalışmalı ve –o ana kadar olanlardan “farklı“ olabileceği bakışıyla– yorumlayabilmelidir. O, şimdiye kadar bellediklerinin, öğrendiklerinin veya sıradan mantık yürütmelerin kendisini yanıltabileceğinin farkında olmalıdır.
Kimi olayları veya gözlemlerimizi açıklamak için o ana kadar öğrendiklerimiz veya bildiklerimiz yeterli olmaz. Bu noktada ipucu bulmak için Dedektif Colombo, HerculePoirot veya Sherlock Holmes duyarlılığı gerekir. Her şeyi bilemeyebiliriz; ama ipuçlarının farkında olduğumuzda ihtiyaç duyduğumuz bilgilenme, gerekli araştırma ve sorgulama ile henüz bilmediğimiz ama “hissettiğimiz” sonuçlara ulaşabiliriz. Nitelikli düşünce süreci bilinçli merak ve farkındalık ile başlar.
Düşünme süreci, bir sistemdir; her sistemde olduğu gibi yapıtaşlarından ve ilişkilerden oluşur. Bir sistemi çözümleyebilmek –analiz edebilmek için– bazı yöntemler, teknikler ve araçlar kullanırız. Bunlar arasında –örneğin istatistik gibi–hesap bilimleri ve mantık önemli bir yer tutar. Yukarıda düz mantığın bizi yanıltmaması gerektiğini söyledim. Buradaki kastım, matematiğin ve mantığın işlem-yoğun dünyası içinde kaybolmamak ve güncel düz mantığın kuşkuculuğumuzun yok olmasına yol açmamasıdır.
Düşünmeyi insanın önemli niteliklerinden biri kabul eden kişi sorunları ve olayları derinlemesine analiz etme isteğine ve becerisine sahip olmalıdır. Analiz süreci, kimi durumlarda bilinen yol ve araçlara meydan okuyabilir, yeni yaklaşımların geliştirilmesine önayak olabilir. “Yeni” bir durum karşısında doğru açıklama veya yorumlama için yeni yol ve araçlar, yeni analiz ve anlatı biçimleri, yeni kanıtlama ve doğrulama yaklaşımları gerekebilir. Gelecek, uzun vadede geçmişin bir devamı gibi görünse de; sosyal ilerleme, sıçrama yapabilmek için “yeni” olana ihtiyaç duyar.
Bilim ya da disiplin olarak sınıflandırdığımız bilgi grupları, öz olarak evrene, doğaya ya da topluma bakış açımızı ifade eder. Aynı maddi olaya fizik, kimya veya biyoloji farklı yöntemi teknik ve araçlarla farklı açılardan bakabilir. Bakılan “şey” aynı olduğuna göre farklı bakışların birbirlerinin yaklaşımlarından esinlenmeleri kadar olağan ne olabilir?
“Yeni” olanı üretmek için her şeyi sıfırdan tasarlamak gerekmeyebilir. Çoğu zaman yenilik tohumları, uzak ya da yakın başka alanlarda bulunabilir. Bir örnek vermem gerekirse; sanat alanında mevcut bir sorun için ihtiyaç duyulan çözümü fizik bilimi alanında bulabiliriz. Kimyanın geliştirmiş olduğu bir yöntem veya teknikten ekonomi alanında yararlanmak mümkün olabilir.
İhtimaller… Belki de yaşamı eğlenceli hale getiren en önemli unsur… Yaşamın kendisinde asla iki kere ikinin dört ettiği monotonluğu yoktur. Tavlada oyuncunun tüm zar atışları –ihtimal gereği– 6-6 olabilir ama bu, oyunun kazanılacağı anlamına gelmez. Geleceğin belirsizliği yaşamı daha güzel, heyecanlı ve eğlenceli hale getirir.
Nitelikli düşünme yetisini geliştirmiş kişi, daima ihtimallere açıktır. Onun için ihtimaller, düşünme becerisinin gıdalarından biridir. Bir ihtimalle karşılaştığında bununla ilgili bir varsayım geliştirir; bilgi, deneyim ve araştırmaları ile bunu sınar, doğrulamasını yapar. İhtiyaca ve sorunun niteliğine bağlı olarak varsayımları –veya çözümleri–çoğaltır; doğruladıkları arasında kıyaslama ve önceliklendirme yapar. Bilinenler dışında denenmemiş varsayımlar ve yeni çözümler bulmaya çalışır.
Yaratıcı düşünmenin ilk unsurlarından biri “Eğer?” sorusunu sorabilmektir. “Eğer” ile başlayarak kurulan varsayım “Neden?” sorularının cevaplanması ile sürer. “Eğer” ve “Neden” sorularını soramazsak, düşünmenin yaratıcılık unsurunu dışarıda bırakıyoruz demektir.