Pazardan Meyve, Sebze Alır Gibi

Öyle insanlar vardır ki, aşkın iyisini bulmak için parmaklarını bile oynatmazlar. Yakışıklı bir beyaz atlı prensin aniden gelişini veya ruhu muhabbetle donanmış bir Pamuk Prenses’in ansızın dokunuşunu beklerler.

Pazara gittiğimizde sebze ve meyve alırken, hem ucuz hem de iyi olsun isteriz. En iyisi olursa keyfine diyecek olmaz. Ev almaya kalktığımızda, bir otomobil edinmek istediğimizde hep iyisini isteriz. İyi okullarda eğitim görmemiz veya iyi bir yaşamımızın olması, daima ilk sıradaki beklentilerimiz arasındadır. Ekonomik olarak ‘iyi halliler’ arasında sayılmak isteriz. İyiyi bir yaşamsal hedef haline getirmişken, aşkın hasını, sevgilinin de iyisini isteriz.

Öyle insanlar vardır ki, aşkın iyisini bulmak için parmaklarını bile oynatmazlar. Yakışıklı bir beyaz atlı prensin aniden gelişini veya ruhu muhabbetle donanmış bir Pamuk Prenses’in ansızın dokunuşunu beklerler. Bu derin hülyadan uyandıklarında ise muhtemelen gün akşam olmuştur.

Masalı bilirsiniz. Bir büyücü cadı, yakışıklı prensi kurbağa haline dönüştürmüştür. Ancak onu güzel bir prenses öperse eski haline dönebilecektir. Bazı insanların tercihi, beyaz atlı prensi hülyalar içinde beklemektense, bulduğu kurbağaları (prense dönüştürmek üzere) öpmek şeklinde olur. Ama ne yazık ki, bu sefer de prensi bulacağım diye pek çok gerçek kurbağayı öpmek durumunda kalırlar. Ayrıca bu kadar kurbağayı öpmüş olmak da, gerçek prensin bulunacağını garanti etmez. Olsa olsa kurbağa öpme alışkanlığı yaratır.

Aşkın iyisini beklemeyi tercih edenlerin nedenlerinden biri, o sıra çevrelerindeki ‘bütün iyilerin başkaları tarafından kapılmış’ olduğu fikridir. Buna halk arasında “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” dendiğini hatırlayacaksınız.

Bazen çevrede iyi bir aşk seçeneği bulunduğunda, kişinin kafasında bazı garip kuşkular oluştuğu da doğrudur. “Eğer bu kadar ‘iyi’ bir seçenek başkaları tarafından kapılmamışsa, kesinlikle benim bilmediğim bir marazası vardır” diye düşünülür. Çoğu zaman böyle kuşkularla dertlenilirken, son gemi de limandan demir alır, gider.

Sıkça rastladığımız bir diğer örnek de şudur. Seçilen kişi, seçeneklerin en iyisi değildir. Ama gerekli ‘değişikliklerin (!)’ yapılması ile ‘en iyi’ haline dönüştürülebileceği hayal edilir. Bu yaklaşım, özellikle ‘kadına özgü bir yanılsama’ olarak ruh bilimi ve kişisel gelişim literatüründe yerini almıştır. Bu konuda; insan ilişkileri alanında yetkin bir ruh bilim uzmanının önerisi şudur: “Eğer birlikte olduğunuz insanın (nasıl olacaksa) olgunlaştığında veya yeni ve sürekliliği olan bir iş bulduğunda veya ruhsal tedavi gördüğünde düzeleceğini sanıyorsanız, büyük bir ihtimalle ciddi bir yanlış içindesiniz. Bir an önce böyle bir ilişkiden uzaklaşmaya çalışın.” Bu uzmanın önerisini yerine getirmeye çalışabilirsiniz. Ama bu durumda da ‘yeterince hızla uzaklaşmak için bacaklarınızın gerekli güce sahip olup olamayacağı’ gibi bir sorununuz olabilir.

Fransız romancı Victor Hugo, “Aşkın orta derecesi yoktur” der. Gerçekten pek çok aşk, en iyi olma hayal ve beklentisi ile başlar ve muhtemelen nefret ile biter. Eğer ‘orta derecede’ bir aşktan söz ediliyorsa, muhtemelen aşk ile alışkanlıklar veya basit çıkarlar karıştırılıyor olabilir. Gerçekten tükenen aşk, yağı bitmekte olan kandil gibidir. Işığını artıracak biçimde beslenmezse, yavaş yavaş tükenir gider.

Bazı kişiler derler ki; aşk, hayal gücünün aklı yenmesidir. Ben de “Acaba” diye sorarım kendi kendime, “bu ifade, akılsızlığın ve aptallığın aşk beklentisiyle yüceltilmesi midir?” Aşkın iyisi, hem akıllı olsa hem de yaratıcı tahayyüle sahip olsa daha münasip olmaz mı?

Güncel Haberleri