Salgına, Krize Rağmen

Dünyada yaşanan veba veya İspanyol gibi büyük krizlerden sonra ilginç gelişmeler yaşanmış. Kişiler ve kuruluşlar bu krizler sonrasında daha fazla tüketmeye, daha agresif yatırımlar yapmaya ve daha fazla risk almayı gerektiren...

Dünyada yaşanan veba veya İspanyol gibi büyük krizlerden sonra ilginç gelişmeler yaşanmış. Kişiler ve kuruluşlar bu krizler sonrasında daha fazla tüketmeye, daha agresif yatırımlar yapmaya ve daha fazla risk almayı gerektiren işlere girişmeye yönelmişler. Küresel düzeyde yaşadığımız Covid-19 salgınını düşündüğümüzde böyle bir durumun bir kez daha oluşup oluşmayacağı akla takılıyor.


Ekonomik beklenti araştırmalarına baktığımızda gelişmiş ekonomilerde böyle bir eğilimin olduğunu görüyoruz. 2016-2019 yılları arasında ABD, Fransa, İngiltere, Kanada, İtalya, Almanya ve Japonya gibi güçlü ekonomiler bir önceki yıla göre ortalama yüzde 1-2 dolayında büyümüşler. 2021 öngörülerine baktığımızda ise önceki yıla göre büyüme tahmininin (yüzde 3-7 arasında) 2-3 misli daha yüksek oluşturulduğunu görüyoruz. Dünya ekonomik liderliğine doğru yol alan Çin’in Batıya göre farklılaşmış, görkemli büyümesini de bunlara ekleyebiliriz.


Hiç kuşkusuz; ­­–geçmişteki büyük savaşlar sonrasında da olduğu gibi– her kriz sonrasında agresif gelişme ve büyüme eğilimini bir ivmelendirici psikolojik faktör olarak kabul edebiliriz. Ama bu kez bu çağın bir özelliği olarak gelişmiş ekonomilerin bilim, teknoloji ve sanayi alanlarında aldıkları yolu da düşünmek zorundayız. Covid-19 salgını ile incir çekirdeğini doldurmayan siyasi tartışmaların gündemi yoğun şekilde işgal ettiği bu dönemde gelişmiş ekonomiler yüksek hızda yola devam ediyor.


Dünyada bilim ve teknolojide hızlı gelişmeler var. Eğer bir yarışta hızlı ve gelişmiş otomobile sahip olan siz değilseniz, otomobil teknolojisinin geldiği üst düzey nokta konusunda fazla sevinmenize gerek yoktur. Çünkü yüksek nitelikli otomobile sahip olan yarışta sizi geride bırakır gider. İşte; bilimsel ve teknolojik gelişme de buna benziyor. “Oh, ne güzel! Dünya, bilim ve teknoloji alanında gelişmeler kaydediyor” dediğinizde, kendinize dönüp “Bu arada ben ne yapıyorum?” diye sormanız gerekir. Çünkü bilim ve teknolojide dünya diye söyleyebileceğimiz bir olgudan daha çok, bu gücü ve gelişimi elinde tutan gelişmiş ülkeler var. Eğer bilimsel ve teknolojik gelişme için ülke olarak gerekli vizyona ve yapılanmaya sahip değilsek; “Gelişiyor” dediğimiz şey, bizi gerilerde bırakmaya aday olan şeydir.


Bilimsel ve teknolojik buluşlar, gelişmiş ülkeleri daha ilerilere götürürken, ekonomik gelişimini tamamlayamamış ülkelerin daha da geri kalmasına neden oluyor. Gelişmiş ekonomilerde bilime, teknolojiye, araştırmaya, geliştirmeye ve yenilikçiliğe verilen önem, bu ülkelerin pek çok açıdan gücü ellerinde tutmalarına neden oluyor. Geri kalmış olanlar ise ancak büyük bedeller ödeyerek bu gelişimin ürünlerini satın almak zorunda kalıyorlar. Gelişmişlerin geri kalmışlardan elde ettikleri artı değer ise yeni atılımlar için taze kaynak oluşturuyor. Bugün az gelişmiş ülkelerde yaşanan zulmün ve zilletin arkasında, geri kalmışlığın bilim ve teknoloji alanında gerekli model ve söylemi oluşturamamış olması var. 


Az gelişmiş ülkelerin en temel sorunlarından birisi sermaye birikimi konusundaki zafiyetidir. Sermaye birikimi sağlanamayınca veya sağlansa bile bu birikim gerekli hedefler için uygun kanallara akıtılamadıkça, geri kalmışlık sarmalını aşmak mümkün görülmüyor. Büyük oranda ithalata dayalı ekonomik yapılanmalara dayalı küresel güç politikaları ile az gelişmişliği kıracak gerekli kalkınma sürecinin sağlanamayacağı her gün bir kez daha kanıtlanıyor.


Gelişmiş ülkelerin katma değer yarattıkları sektörlere baktığımızda; genelde bunların arkasında bilim, teknoloji, yenilikçilik ve ar-ge gibi unsurların varlığı dikkati çekiyor. Bugüne kadar fason temelli işgücü, hammadde ve düşük teknoloji içeren malların ihracatı ile hiçbir ülkenin az gelişmişlik zincirlerini kıramadığını görüyoruz. Belli dönemlerde kısmi iyileşmeler sağlansa bile; ekonomik ve sosyal kalkınma, sürdürülebilirlik niteliğine sahip olamıyor. 


Küresel gücü temsil eden politikaların hedefi, az gelişmiş ülkelerin dışarıdan daha fazla küresel kaynak sağlamaları gibi görünüyor ya da gösteriliyor. Hâlbuki bu politikaların uygulamasına finans sektörü ve dış ticaret açısından baktığımızda; az gelişmişlerden gelişmişlere doğru giden kaynak akışının, gelenden çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Özetle; bugün gelişmişlerin geri kalmışlardan beslenmesinin sadece farklı bir görünümünü yaşıyoruz. Çözüm ümidi var mı? Ne yazık ki; buna kısa vadede olumlu bir cevap vermek zor.


 

Haberleri