Bir insan, siyasetçi olabilir ama "DEVLET ADAMI" olamaz. O nedenle de Türkiye' de, siyasete soyunan her siyasetçi, önce devlet adamı olmak zorundadır. Çünkü devlet adamı kolay yetişmiyor. Adam gibi, adam olabilmek, ülkesine, milletine ve tarihine karşı sorumlu olmak; boş vaat ve söylemde bulunmamak, şantaj, hele de TAKİYYE yapmamak, DEVLET ADAM" olmanın gereğidir.
Devlet adamı, milletin evladı olduğu hisseder, milletin her ferdini, kendi öz evladı gibi görür ve ona göre davranır. Devletini, layıkıyla temsil eder, yaşantısı, davranışı, düşünceleri, fikirleri ve icraatı ile de örnek olur. Devletin, olmazsa olmaz değerlerinden, asla taviz vermez. Devlet adamı, binlerce insandan sorumlu olduğunu bilip, ona göre düşünür. Konuşmalarında, ölçü sahibi olur. Nitekim Hz. Mevlana, "Söz çıktığı ağza göre değer kazanır" demiştir. Onun için de devlet adamı, sözünün eri, gözü pek, insan olur. Her icraatına, söz, vaat ve tavrına dikkat edecek, yaptığın her hareketin de bir eğitim olduğu bilincinde olur.
Devlet adamı, siyasetle arasına mesafe koyar. Üretken ve çalışkandır. Üretmeyen toplumların başkalarına muhtaç olacağını bilir. Milletin ve vatanın menfaatlerini, her şeyin üstünde tutar. Günü, kurtarma peşinde değildir. Geleceği düşünür. Kurum/kuruluşları ve kişi /kişileri uluorta eleştirmez. Halkın sevinç ve üzüntülerine ortak olur.
Atatürk, örnek bir devlet adamı idi. Atatürk'ün devlet adamlığını tanımak için O'nun , "demokrasi, liderlik, seçkincilik, mazlum uluslara örnek olma, Türklük, dış politika ve anayasal belgeler, konusundaki görüşlerini, bilmek gerekir. . O'nun demokrasi hakkındaki görüşlerini de "ordu-siyaset ilişkisi, yargı bağımsızlığı, eşitlik ve adalet" kavramları açısından irdelemek doğru olur. Bu kavramlar hakkında, O'nun, ne düşündüğünü ve uygulamada neler yaptığını saptamamız gerekmektedir.
ATATÜRK' göre, Türk Devleti "fikrî hür; irfanı hür, vicdanı hür nesillere" sahip olmalıdır Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. Her gelişmenin ve her kurtuluşun anası hürriyettir...
ATATÜRK, "...bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder. ...Memleketin genel hayatında orduyu siyasetin dışında tutmak prensibi, Cumhuriyetin, daima dikkat ettiği bir esas noktadır" dedi Ancak bugün siyasetçiler ve devleti yönetenler, TSK ile ilgili aldıkları kararların ve söylemlerinin, ne getirip, götüreceğini hesap etmeden, TSK' ya karşı tavırlar aldılar.
Yine ATATÜRK' e göre, " Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığının birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin, devlet olarak varlığı kabul olunamaz. Her şey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine her şey, o kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir. Uygulayan, yerine getiren, daima, karar verenden daha kuvvetlidir." Bugün, Ümraniye davasında yaşananlar ortada. Maalesef siyasetçilerin yaptığı hatalar, yargı bağımsızlığını tartışır hale getirdi.
Yıllardır, ülkemizde Atatürk' ten sonra arzu edilen nitelikte, devlet adamı olamadı, çok partili dönemde, politikacılar, siyasi kimliğini, mensup olduğu safların menfaatlerini, hep ön planda tuttu. Sözlerinin, ne getirip götüreceğini, ne ifade ettiğini, hesap etmediği gibi, ülkemizde kutuplaşmaları da körüklediler. .
Hülasa çok partili dönemde, politikacıların, kimi zamanımızı, kimi hayallerimizi, kimileri de geleceğimizi çaldı. Toplumda, zıtlaşma ve kutuplaşmayı, söylemleri ile körüklediler. Devletin, kurum/kuruluşları ile sürekli kavgalı oldular. Kendileri gibi düşünmeyenlerden, nefret ettiler. Kamuoyunu, laik, anti laik, inanan, inanmayan, Kürt Türk, sağcı ve solcu gibi sınıflara ayırdılar.
Ayrıca Müslümanlık ve çağdaşlık, Müslümanlık ve Atatürkçülük, Müslümanlık ve laiklik, medenilik ve ilericilik, her dönem bazı siyasetçiler tarafından sorun yapıldı. Oysa bunlar, ne birbirine aykırı, ne de karşı kavramlardır. Bunlar, birbirinin karşıtı ve düşmanı sanan kafalar, gerçekleri ve olması gerekenleri, kalp gözü ile göremeyen, çok az sayıda fanatik ve aşırılardır. Bunlar geçmişte vardı, bugünde var, gelecekte de olacaktır.
Aslında, demokratik çağdaş ve laik bir devlet düzeninde, milletin birlik ve huzurunu, devletin bütünlüğünü ve güvenliğini, zedelememek, yönetimde kimsenin din, vicdan ve kanaat hürriyetine karışmamak ve müdahale etmemek esastır. Ne var ki siyasi çıkar için bu gerçekler, dün göz ardı edildi bugünde ediliyor.
Dünyada, siyaset ve siyasetçi, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır. Siyaset ise sorun çözme sanatıdır. Ancak Türkiye için, aynı şeyleri düşünmek ve söylemek biraz zor. Çünkü Türkiye'de, siyaset ve siyasetçi, Türkiye'nin gelişmesinin ve sorunlarının çözümünün önünde, ciddi bir engel olduğu gibi, sorun yaratan taraftır.
SİYASETÇİLER ÖNCE DEVLET ADAMI OLACAK
Bir insan, siyasetçi olabilir ama "DEVLET ADAMI" olamaz. O nedenle de Türkiye de, siyasete soyunan her siyasetçi, önce devlet adamı olmak zorundadır. Çünkü devlet adamı kolay yetişmiyor. Adam gibi, adam olabilmek, ülkesine, milletine...