Adına ün ya da 'şöhret' dediğimiz şey ne ise, önü alınmaz çekiciliği karşısında kim dayatıp, diretebilir?
Kameraların üzerinize çevrildiğini, ağzınıza mikrofonların tutulduğunu düşleyebiliyor musunuz? Ya da... gazetelerin birinci sayfalarında renkli ve boy boy resimlerinizin yer aldığını?
Ne var ki, bütün bunlarm gerçekleşmesi öyle haybeye olmaz. İnsanın sıradan biri olmaktan çıkıp olağandışı bir olayın yaratıcısı olması gerekir ki, üne ya da şöhrete götürecek olan aslında budur.
Biz toplum olarak üne düşkünüz, fakat neyin nasıl yapılarak bizi üne götüreceğini pek akıl edemediğimizden olsa gerek, başarılı değilizdir.
ABD, maşallah ün düşkünleri ile üne susamışların ibadullah bol olduğu bir ülkedir. O ülkede bir Amerikalı televizyon ekranına ya da gazete sayfalarına geçmek için yapmadığım bırakmaz.
Sözgelişi, dünyanın en büyük çağlayanı Niagara'yı bir fıçı içinde geçmek gibi. İşin hoşu bu çılgın (ya da tahtaları noksan) dokuz Amerikalının altısı erkek ve üçü de kadındır.
İlk deneyen bir kadındı. Adı Annie Edson Taylor'du. Michigan'da bir yerlerde öğretmenlik yapıyordu. Ama ün sahibi bir kadın olma peşindeydi.
Aklına geldi ve "ben neden Niagara çağlayanından bir fıçı içinde atlamıyorum ki?" diye kendi kendine sordu. Kendinin yine kendine verdiği karşılık "Tamam, hadi, Annie, yap şu işi de millete parmak ısırt..." oldu.
Boyundan büyük, gövdesinden biraz geniş bir fıçı yaptırttı, sonra fıçıyla birlikte bir gezginci tiyatroya başvurdu, fikrini açtı.
Fikir, iyi fikirdi doğrusu. Tiyatrocular işin içinde bol para kokusu da almışlardı. Hemen uygulama alanına soktular ve uyguladılar da.
Annie Edson Taylor, ün uğruna bu akla ziyan işe kalkışma-mış olsaydı, bugün aradan 104 yıl geçmiş olmasına rağmen hiç bu kitaba girebilir miydi sanıyorsunuz?
Yıl, 1901 idi.
Kanada kökenli Bobby Leach'ın işi hediyelik eşya satıcılığıydı. İşlerin pek de iyi gitmediği bir gün kent kitaplığında oturmuş can sıkıntısından eski gazeteleri karıştırırken Annie Edson Taylor'ın haberi gözüne çarptı... "Ben de yaparım, o eksik eteğiyle bunu yaparsa, ben haydi haydi..." dedi.
Dedi de ne oldu?
İçine girdiği tahta fıçı çağlayandan bir düşüş düştü ve... pa-ram parça oldu. Tabii, bizim ün düşkünü Bobby Leach de sizlere ömür.
Charles Stephens, İngiliz asıllı bir berberdi. O da çağlayandan atlama düşleri görüyordu. Bir fıçı buldu, ölçtü biçti, uygun gördü, içine girdi ve... Niagara ırmağının çağlayana yakın bir yerinden kendini sulara bıraktı. Sonuçta kahramanımız çağlayandan fıçı içinde atlamıştı ama bu ona bir kola (sağ) patlamıştı.
O günlerde takvimler 1920 yılını gösteriyordu.
1893 doğumlu ve bir sirk akrobatı olan Jean Lussier bu işe soyunduğunda yıl 1928 idi ve her türlü önlemini de almış bulunuyordu. Olayı davul zurna ile yedi iklim dört bucağa duyurmayı da başardı. Onu görmeye 100 bin kişi toplandı.
Ve... Jean Lussier koy verdi fıçısını dev çağlayanın azgın akıntılarına. Olan oldu, fıçı düşmenin gücüne dayanamadı ve suya değdiği an bin parçaya ayrılıverdi.
Bu kez meraklısı bir yazardı; Yunanlı George Statikis için yazardır deniliyorsa da adamın yayınlanmış ne bir kitabı vardı, ne de herhangi bir şeyi. 48 yaşındayken bu atlama sevdasına düştü.
Oturduğu Buffalo kentinden yollara vurdu, azgın çağlayanın yakınlarına vardı ve özel fıçısını sulara koyverdi. Sonra ne oldu, evet?
Sonra yazarımızdan geriye henüz sayfalarına bir şey yazılmamış bir not defteri ile bir de kopya kalemi yadigâr kaldı.1961 yılında bir başka zirzop ortaya çıktı. Bu, "ille ben de at-layacağım" diye deliren kara derili William Fitzgerald'ı.
Sonuçta Fitzgerald çağlayandan fıçısı içinde atladı ve sağ salim karaya ayak basmasını da bildi.
Şöhret uğruna neler yapılmaz?
Adına ün ya da ’şöhret’ dediğimiz şey ne ise, önü alınmaz çekiciliği karşısında kim dayatıp, diretebilir?Kameraların üzerinize çevrildiğini, ağzınıza mikrofonların tutulduğunu düşleyebiliyor musunuz? Ya da... gazetelerin...