Ülkenin ‘normali’ olan depreme karşı gerekli ve yeterli önlemleri almamışsın. Sonuçta depremin yarattığı zarar nedeniyle çok sayıda aile ve yurttaş evsiz kalmış. Onları öğrenci yurtlarına yerleştiriyorsun. Bu durumda üniversiteler yüz yüze eğitime devam edemeyecekleri için uzaktan çevrimiçi eğitime geçiyorsun. Turizmi ‘kurban etmemek’ için otellerin kullanımını öngörmüyorsun. Pandemiyi de hesaba atarsak neredeyse okul yüzü görmeden mezun olan gençler ülkenin ‘yeni umutları’ olacaklar. İşte buna ‘alaturka problem çözme’ yaklaşımı deniyor.
Toplum olarak kendimizi kötülemenin hoş olmayan bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum. Ama Batıya özenmeye başladığımız dönemlerden bu yana, kendimizi kötüleyip aşağılamanın da sosyal ruhumuza yapışıp kaldığına hiç kuşku yok. İtalyancadan dilimize geçmiş ve ‘Türklere özgü’ anlamına gelen alaturka sözcüğüne bile ‘düzensizlik, yöntemsizlik veya ilkellik’ anlamlarını yükleyerek kullandığımız zamanlar oluyor. Aslında yaşama olumlu veya olumsuz bakış, bir ölçüde sosyal kültürle yakından ilgili. Karamsar ruh haline sahip toplumlar, kavramları da olumsuz anlamlar içerecek biçimde değişikliğe uğratıyorlar.
Bugün bireyler veya toplum olarak ne yazık ki ‘alaturka’ olarak kabul edebileceğimiz sorun çözme tarzımızdan söz edeceğim. Bilirsiniz; sorunlar karşısındaki ilk yaklaşımımız, sorunu kabul etmemek olur. Sorunu kendimize yakıştıramayız. Ama sorunun varlığını reddederek sorunun kendisini de ortadan kaldırdığımızı düşünürüz.
Bir sorunu yok etmenin ilk biçimi, onu görmezden gelmektir. Bu yaklaşıma bir alegori olarak ‘kafayı devekuşu gibi kuma gömmek’ dendiğini bilirsiniz. Gözlerinizi kapattığınızda sorun da ‘görünmez’ olur. Eğer bir başkası sorunun varlığı konusunda bizi uyarırsa, konuyu araştırıp durumu incelemek yerine böyle bir sorunun olmadığı itirazıyla hal yoluna gideriz.
Araştırmacı bir yapımız olmadığından ve eğitim sistemimiz asla araştırmaya yönlendirmediğinden –ve belki de giderek artan kolaycı tembelliğimizden– sorunun ‘gözle görünür’ hale gelmesini beklediğimiz pek çok örnek olay vardır. Sorun denen ‘şeyin’ aslında bir buzdağı olduğunu, gözle görünmediği zamanlar da bile su altında büyük bir tehlike oluşturduğunu bir türlü anlamak istemeyiz. Duyuları kullanmak, bir sorunu kavramanın temel ama en basit yoludur. Bugünün sorunları ise akıl ve araştırma ile önceden fark edilmeyi ve daha ortaya çıkmadan önlem almayı gerektirir.
Sorun, sadece birey olarak bizi ilgilendiriyorsa sonuçlarına katlanmayı kabul edebiliriz. Ama sorun, bizim sorumlu olduğumuz bir pozisyonla (makam veya görevle) ilgiliyse ve başka kişi ve kurumların da zarar görmesine neden oluyorsa; bu durum, eleştiri alabileceğimiz ihtimalini doğurur. Hatta sorun yüzünden prestij veya makam kaybına da uğrayabiliriz. Böyle bir durumda karşılaşılan en yaygın tepkilerden biri, sorunun ‘çoktan halledilmiş’ olduğunu iddia etmektir. Bu iddiaya ek olarak sorunun çoktan çözülmüş olduğuna dair kanıtlar bile sunulur. Kanıtlar arasında raporlar, istatistikler, değişik sayısal grafik ve tablolar önemli bir yer tutar. Sorunun halledilmiş olduğu tezi, yalandır ama bilirsiniz, en iyi yalan sayılar ve istatistiklerle söylenir.
Bir sorunu halletmenin ‘alaturka’ yollarından bir diğeri, bir sorumlu (kabahatli, suçlu) bulmaktır. Genelde bir kuruluşta orta veya alt düzey yöneticilerden biri, ‘günah keçisi’ olarak kurban edildiğinde; (gerçek problem çözülmemiş olsa bile) sorun, uzunca bir süre için ortadan kalkmış olur.
Sorunu küllendirerek göz önünden çekilmesini sağlamak; normal olarak sorunun büyümesine, kronik hale gelmesine ve çözümsüzlük noktasına ulaşmasına neden olur. Günün birinde karşımıza bir kriz olarak gelir. ‘Alaturka’ çözüm zihniyeti, bir sorunun kriz haline gelmeden çözülmeye kalkışılmasını ‘lüzumsuz kaynak harcama’ olarak kabul eder. Bu nedenle sorunun çözümünden sorumlu olan kişi veya makam, kriz aşamasına kadar ‘kılını bile kıpırdatmaz.’ Ekonomiden inşaat kalitesine, dış politikadan gündelik yaşama kadar her alanda bu tarzın izlerini görebilirsiniz.
Bazen yukarıda anlattığım sorun çözme modelinin genlerimize kodlanmış olduğundan şüpheleniyorum. Bir toplumun olumlu değişime bizdeki gibi direnmesinin bir başka açıklaması olamaz gibi geliyor. Şaka bir yana; sorunlar karşısındaki bu tarzımızı değiştirmek için hayli zaman ve emek harcamamız gerektiği gün gibi ortada…