AK Parti iktidarı, ülkemizdeki sularlı özelleştirmekte karalıdır. Nitekim 2008 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler, proje çerçevesinde belirlenecek akarsuların, Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile özel sektöre açılacağını bildirilmişti,
İşi üstlenecek yatırımcılar, "ihale" yöntemiyle değil "yarışma" modeliyle belirlenecekti. Bir başka deyişle, projeye talip olanlardan, işi en hızlı yapacak, sulama için dekar başına en düşük fiyatı sunacak yatırımcı ile sözleşme imzalanacak. Yarışma, yabancı yatırımcılara da açık olacaktı.
2018 yılında, tekrar su kaynaklarının, özelleştirilmesi tekrar gündemdedir.
Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu, AB direktiflerine uyumlu, yeni bir Su Kanunu"nun hazırlandığını belirtti. TBMM'ye sunulmak üzer, hazır hale getirilen Su Kanunu Tasarısı Taslağı ile daha önce HES'lerin kullanılması için, izin verilen akarsular, 49 yıllığına özel şirketlere kiralanabilecek..
Tasarı ile 'yeraltında bulunan durgun veya hareket halindeki sular ile kaynak suyu, memba, çay, dere, nehir, ırmak, tabii ve suni göller ile geçiş ve kıyı suları' yani yeraltı sularını ve yüzeysel sularını kapsayan tüm su kaynaklarının, 49 yıllığına devredilerek özelleştirip uluslararası ve yerli şirketlere satılması öngörülüyor.
Dünyada, su sıkıntısı çeken ülkelerin arasında anılan Türkiye'nin, sınırlı su kaynaklarının yönetimini yabancı yatırımcılara, devredilmesi, başka ülkeleri de sularımızda söz sahibi yapacaktır. Yani parası olan her kişi ve ülke sularımızdan istifa decektir.
Hülasa AKP iktidarı, kurum/kuruluşlar, bankalar, madenler, toprak satışından sonra da akarsuları da özelleştirme kapsamına aldı. Yani kim nehirlerden, su kullanmak istiyorsa bundan böyle karşılığını ödeyerek, su alacak. Köylüler de, nehirlerden ücret ödemeden tarlasını sulayamayacak. Oysa Akarsu, göl ve barajların özelleştirilmesi, Türk insanını zor durumda bırakırken, tarımı da ciddi zarar verecektir..
Ayrıca Türkiye’nin, başından beri savunduğu, Fırat ve Dicle’nin tek bir havza olarak ele alınmasına karşı çıkan Avrupa Birliği, Fırat ve Dicle’yi, iki ayrı havza olarak gösterilmesini istiyor. ürdün havzasını da, Fırat havzasıyla birlikte değerlendiriyor. İlk bakışta masum görünen bu havza değerlendirmesi, İsrail’i, Türk sularına ortak etmek amacını güden tehlikeli bir planın, ön hazırlığı niteliğindedir.
Avrupa’nın, Türkiye sularına ilgisi yeni değil. Birinci Dünya savaşında Osmanlı topraklarını işgal eden müttefik devletlerden Fransa, o dönemde işgal altında bulundurduğu Suriye toprakları için, Türkiye ile su meselesini masaya yatırmış ve Türkiye’den, bazı taleplerde bulunmuştu.
Türkiye ile Fransa arasında yapılan, 20 Ekim 1921 tarihli Ankara ön Barış Anlaşması’nın Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanımını düzenleyen 12. maddesi şu şekildeydi: “Kuveik suyu, Halep kenti ile kuzeyde Türk kalan bölge arasında, hak gözetilerek, iki tarafı tatmin edecek biçimde bölüşülecektir.” “Halep kenti, bölgenin gereksinimini karşılamak üzere, kendi yapacağı harcamalarla, Türk toprağı üzerinde Fırat’tan da su alabilecektir.”
Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, yıllardır Türkiye’ye, Fırat ve Dicle’nin “uluslararası su” olduğunu dayatmaya çalışıyor Avrupa Komisyonu, 6 Ekim 2004 tarihli raporuyla, Fırat ve Dicle’nin “sınır aşan su” olmaktan çıkarılmasını ve “uluslararası su” olarak kabul edilmesini istiyor. Bu isteğini de sürekli gündemde tutuyor.
Siyasi iktidar, suları özelleştirirse, yabancıların istediği olacak, Arap dünyası, İsrail ve Avrupalılarında da düşleri böylece gerçekleşecektir. çünkü yap-işlet- devret projesi, yabancı yatırımcılara da açık olacaktır. Nehirdeki suyun kullanılmasında, nehirden yararlanan tüm ülkeler, söz sahibi olacağı gibi, o nehirler üzerine yapılacak barajlar ve sulama konularında da yabancı şirketler yetkili olacaktır.
Türkiye'nin su kaynaklarından, yalnızca Dicle ve Fırat ülkenin toplam su kaynaklarının üçte birini teşkil etmektedir. Yazıyı icat ederek yazılı tarihi başlatan Sümerler Fırat ve Dicle'yi "yaşamın kaynağı ve tükenmez bir enerji potansiyeli" olarak görmüşlerdir.
Ortadoğu'da, petrol savaşları devam ederken, su ile ilgili bir gizli savaşın da tohumları da ekiliyor. Ortadoğu'nun ülkelerinin, gözü Türkiye'nin suyundadır..
O nedenle de su ile ilgili gelişmelerde, ilk akla gelen, devlet İsrail’ dir.çünkü , Ortadoğu su meselesinin de merkezinde yer alıyor. İsrail kendi görüşünü, örtülü olarak Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi, örgütler aracılığıyla dile getiriyor. İsrail devleti kurulduğundan bu yana su, bu devlet için en önemli hedef haline gelmiştir.
Su fakiri Türkiye’ nin, suları, yıllardır, Avrupa Birliği ve BM’ nin gündemindedir. Hükümet sularla ilgili özelleştirmeyi, hayata geçirirse, İsrail ve Arap dünyası, Dicle, Fırat nehirlerini ve Keban ve Atatürk barajlarını, özelleştirme kapsamın da satın alarak, söz sahibi olacak, düşlerini de gerçekleştirecekler.. Türk halkı da kedi suyunu, ücret ödeyerek kullanacaktır. Bu nedenle de sularımız, özelleştirilmemeli, kesinlikle de yabancı yatırımcılara satılmamalıdır.
Su kaynakları özelleştiriliyor
AK Parti iktidarı, ülkemizdeki sularlı özelleştirmekte karalıdır. Nitekim 2008 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler, proje çerçevesinde belirlenecek akarsuların, Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile özel...