SÜTÜN KAYMAĞINI YİYEN KİM?

Bir önceki yazımda, süt üreticisinin artan girdi ve işletme maliyetleri karşısında çaresiz olduğunu, üretimi sürdürebilmesinin ancak çiğ süt alım fiyatında yapılacak tatmin edici bir artışla mümkün olacağını ifade etmiştim....

Bir önceki yazımda, süt üreticisinin artan girdi ve işletme maliyetleri karşısında çaresiz olduğunu, üretimi sürdürebilmesinin ancak çiğ süt alım fiyatında yapılacak tatmin edici bir artışla mümkün olacağını ifade etmiştim. Geçtiğimiz hafta cuma günü süt/yem paritesini hesaplamak ve güncel fiyatı açıklamak için Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesinin tavsiyesi neticesinde 18 Mart 2022 tarihinde gerçekleşen Ulusal Süt Konseyinin toplantısında alınan kararla 1 Nisan 2022’den nisan ayı sonuna kadar geçerli olmak üzere çiğ süt referans fiyatı 5,70 TL/lt olarak belirlendi. Tarım ve Orman Bakanlığı da çiğ süt destekleme primini litre başına 20 kuruştan, 1 TL’ye çıkardığını açıkladı. Konseyde üretici örgütlerini temsilen bulunan ancak konsey içinde sayıca oransal olarak etkisi olmayan üretici temsilcilerinin, belirlenen referans fiyatının sahanın gerçekleriyle örtüşmediğini ısrarla vurgulamalarına rağmen sonuç değişmedi. Sektörün bütün paydaşlarını eşit ölçüde kayıran, üreticiyi sanayiciye karşı ezdirmeyecek, adil bir netice çıkmadı. Özet olarak, sanayici hiç bir yükün altına girmeden, artan maliyetlerin yükünü üretici ve devletin sırtına sarmış oldu.
Süt/yem paritesinin referans alındığı fiyat belirleme aşamasından bir süre önce yem fiyatlarının aşağıya çekilmesi de üreticiye karşı taammüden bir oyunmu tertiplendi sorusunu akıllara getiriyor. Girdi fiyatlarının her gün arttığı bir ortamda, süt/yem paritesini sabit tutmak mümkün olmayacaktır. Bugün belirlenen çiğ süt fiyatı üreticinin sürdürülebilirlikten uzaklaştığı bir süreçte maalesef sıkıntılara çare olmamıştır. Bu fiyat süt ineklerinin kesime gönderilmesini engellemeye yetmeyecektir. Hülasa, hükümet değişiyor, Bakan değişiyor ama üretici için sonuç değişmiyor. Yıllara sari olarak biriken sorun ve sıkıntılar bir biçimde çözüme kavuşturulamıyor. Hep aynı kısır döngü tekrar edip duruyor. Öyleyse çözüm için nereye bakmalı?

Üretici Örgütleri Güçsüz

Çiğ süt üreten ve müstahsil olarak adlandırılan işletmelerin büyük bir bölümü küçük ölçekli aile işletmeleridir. Bu işletmelerde sığırcılık ve tahıl yetiştiriciliği gibi tarımsal faaliyetler genelde birlikte yürütülmektedir. Kırsal kesimde bulunan üreticiler genellikle geleneksel, ekonomik bilinç ve bilimsellikten yoksun vaziyette hayvancılık yapmaktadır. Müstahsillerin elindeki hayvan sayısı ve damızlığın ırk özelliklerinden dolayı verimliliğin düşük oluşu ekonomik olarak kârlılığı azaltan faktörlerden birisidir. Damızlık popülasyonu artırılırken, verimliliğinde göz önünde bulundurulması önemli. Bu durum, üretici tarafının çözüm bekleyen sorunlarından birisidir. Diğer boyutu ise üretici örgütlenmesinin zayıflığı sebebiyle hammaddenin mamül ürün şeklinde yeniden üretilerek pazarlanamaması noktasıdır. Türkiye’de çiğ süt üretimi yapan üreticiler arasında üretici örgütlenmesi çalışmaları son dönemlerde yoğunlaşsa da, bir kısım yasal engellerin aşılamaması, maddi yetersizlik ve gerekli desteğin verilmemesi sebebiyle bu yapılar gelişememektedir. Bu nedenle birçoğu pazara dönük ekonomik üretim yapamamakta, kaliteli sütün üretilmesinde sıkıntılar yaşanmaktadır.
Günlük olarak ihtiyaç duyulan ve en temel besin maddelerinden biri olan süt ve süt ürünleri, sektör olarak coğrafi konumumuz ve içinde bulunduğumuz iklim kuşağı nedeniyle, ekonomimizin önemli üretim dallarından birisidir. Buna rağmen dünyada 150 yıllık bir geçmişi olan süt endüstrisi, Türkiye’de ancak 1957 yılında Atatürk Orman Çiftliğinin (AOÇ) kuruluşu ile modern anlamda ilk defa üretime başlayabilmiştir. AOÇ üretime geçtikten sonra 1963 yılında bir yasa ile Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) kurulmuştur. SEK özelleşinceye kadar Adana, İstanbul,  İzmir ve Kars başta olmak üzere kırka yakın fabrikası ile üretim yaparak uzun yıllar süt endüstrisinin dinamiği ve lokomotifi olmuştur. Bununla birlikte, siyasi ve ekonomik olarak tercihlerin bir sonucu olarak 1970’li yıllardan itibaren özel sektör de büyük rant alanı olarak gördüğü süt endüstrisine ilgi göstermeye başlamıştır. 1980’li yıllar mevcut mandıra ve fabrikaların modernizasyona gittiği, özel sektörün güçlenmeye başladığı, 1990’lı yıllar ise bazı modern süt işletmelerinin çokuluslu yabancı firmalarla ortaklıklar kurmaya başladığı bir dönem olmuştur.
Süt, üreticiden tüketiciye ulaşıncaya kadar birçok aşamadan geçmektedir. Farklı pazarlama ağlarına bağlı olarak da çeşitli marjlar oluşmaktadır. Üzerinde önemle durulması gereken nokta, ülkemizdeki mevcut süt pazarlama zincirinde ortaya çıkan marjdan aracıların önemli bir pay alması, üreticinin ürününü gerçek değerinde satamaması, tüketicinin de yüksek fiyattan süt ve süt ürünleri tüketmek zorunda kalmasıdır.
Hem üreticiyi koruyan, hem de tüketiciyi koruyan KİT’ler, 1990’lı yıllarda uygulanan özelleştirme politikalarının bir sonucu olarak kamunun elinden çıkarılarak, süt sanayisi tamamen tekelci şirketlere bırakılmıştır. Bugün Türkiye’de üretilen sütün önemli bir kısmı, yukarıda bahsi geçen süt tekellerine ait modern sanayi tesislerinde işlenerek pazara sunulmaktadır. 2021 yılı süt sektörü faaliyet raporu rakamları incelendiğinde, özelleşen süt sanayisi sektörünün üretici sırtından milyarları aşan kazanç elde ettiği görülecektir.
Nitekim süt sanayicilerinin anlaşmalı olarak çiğ süt fiyatlarını düşük tuttukları, üreticinin elindeki hayvanların kasaba gitmesi sebebiyle hem damızlık hayvan ithalatından rant sağlandığı, hem de ardından süt alım fiyatlarını yükselterek stoklarındaki işlenmiş sütleri yüksek fiyatla satmak suretiyle büyük gelir elde ettikleri zaman zaman üretici örgütlerince şikayete konusu olmuştur. Söz konusu süt sanayicilerinin SETBİR adı altında birleşerek, Tekelci bir mantıkla düşük kapasite kullanımı ile kendilerini riske atmadan kâr elde ettikleri konusu üretici örgütlerince dile getirilmektedir.
***
Serbest piyasa ekonomisi demagojisiyle özellikle 1980 sonrası IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmaları sonucunda yapılan yasal düzenlemeler, üretimde plansızlığı doğurmuş arz ve talep dengesizliğine sebep olmuştur. Halen yürürlükte olan yasalar ve buna bağlı olarak uygulanan politikalar üretici örgütlerini işlevsizleştirirken üretici ve tüketiciyi çözümsüzlüğe itmiştir. Mevcut sistem içerisinde üretilen palyatif öneriler, sıkıntıları azaltmadığı gibi sorunların temel sebebi olarak karşımızda durmaktadır. Gıda üretimi ve pazarlama zincirinde yapısal bir dönüşümle, planlı ve programlı bir çözüm ihtiyacı hasıl olmuştur. Yukarı bahsettiğim mevcut tekelci yapılanmanın çıkarlarına ve sömürüsüne endeksli bu sitem üretici köylüyü sefalete mahkum etmektedir. Sistemi değiştirme perspektifi olmayan hiç bir siyasi parti bu alanda mevcut olan sorunu çözemez. Yıllardır olduğu gibi bu sektörde de krizin yükü emekçilere yüklenmektedir. Kalıcı ve kesin çözüm, üretici güçlerin önderliğinde kamucu bir yaklaşımla üretim yapılanmasını yeniden kurmaktan geçiyor. Bu da ancak tekellerin ortadan kaldırılarak, üretenlerin yönetime hakim olduğu bir yönetim modeliyle mümkündür.

Haberleri