TEK TARAFLI KRİZ

Önceki yazılarımda enflasyon, faiz ve kur sarmalında sürüklenen Türkiye ekonomisinde oluşan dalgalanmaların dar bir gruba çıkar sağlarken, emekçi yığınları nasıl etkilediğini ve nasıl yoksullaştırdığını anlatmaya çalıştım....

Önceki yazılarımda enflasyon, faiz ve kur sarmalında sürüklenen Türkiye ekonomisinde oluşan dalgalanmaların dar bir gruba çıkar sağlarken, emekçi yığınları nasıl etkilediğini ve nasıl yoksullaştırdığını anlatmaya çalıştım. Geçen hafta ENAG ve TUİK, aylık ve yıllık bazda enflasyon rakamlarını kamuoyu ile paylaştı. Diğer taraftan finans sektöründe faaliyette olan bankalar da 2021 yılı net kâr oranlarını açıkladılar.

***
2021 yılı, özellikle ikinci yarısı sabit gelirliler ve üreticiler açısından, zamlar ve artan enflasyonla birlikte zor bir yıl oldu. Pahalılığa rağmen düşük ücretle çalışmaya mecbur bırakılan milyonlarca insan, başta sosyal yaşam olmak üzere, sağlık harcamalarından, gıda ihtiyaçlarına kadar her anlamda kendini kısıtlamak zorunda kaldı.  TÜİK’in Aralık ayı enflasyonunu yüzde 36,08 olarak açıklamasının ardından, sendikalar ve hükümet yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonrası 2021 yılında 2 bin 825 TL olan mevcut asgari ücret, 2022 yılı için yaklaşık yüzde 50 oranında bir artışla 4 bin 250 TL olarak belirlendi. 2021 yılı enflasyon oranı yüzde 36,08 olduğuna göre, asgari ücrete yapılan yüzde 50 artış hükümet çevrelerince makul görüldü ve sevinçle karşılandı. Ancak sevinç kısa sürdü. TUİK, yıllık bazda  2022 ocak ayı enflasyonunu yüzde 48,69 olarak duyurdu. Yani asgari ücretlinin aldığı yüzde 50 zam, üzerinden bir ay geçmeden uçup gitmiş oldu. Gelelim memur ve memur emeklilerine. Memurlara 2021 yılı için yüzde 3 artı 3 zam yapılmıştı. Geçtiğimiz Ağustos ayında yapılan toplu sözleşme ile 2022 yılı için yüzde 5+7, 2023 yılı için ise yüzde 8+6 olmak üzere mutabık  kalındı. Memur ve memur emeklisinin 2022 yılı maaş artışı ise 7,5 (toplu sözleşme) + 22,48 (enflasyon farkı) %29,98 olarak belirlendi. Kamu kurumu TUİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarını doğru kabul etmiş olsak bile, asgari ücretlinin, memurun ve emeklinin maaş artışlarının enflasyona oranı matematik hesabı ile bile tutmuyor. Kaldı ki bize açıklanan rakamlar gerçeği ne kadar yansıtıyor? Zira, kamuoyunca tanınan bilinen bir kısım bağımsız akademisyen ve ekonomistin kurduğu ENAG’a (Enflasyon Eraştırma Grubu) göre Ocak ayı enflasyon oranı %15.79, son 12 ayın enflasyon oranı ise %115.17 olmuştur. Bu rakamlar referans alındığında ise yapılan maaş artışlarının enflasyon rakamlarının çok çok altında kaldığı, dolayısıyla bir önceki yıla göre alım gücünün yarı yarıya azaldığı sonucu ortaya çıkıyor. Nitekim, hayat pahalılığı altında ezilen milyonlarca insan, köylüsü, işçisi, emekçisi, öğrencisi, memuru, emeklisi bu durumun farkında. Ülkenin ekonomik krizde olduğu gerçeğini hükümet çevreleri de dahil kabul etmeyen yok ancak meselenin başka bir boyutu krizin tek taraflı olduğu gerçeği. Bu maalesef konuşulmuyor. Bir yanda çalışan üreten milyonlarca insan krizin yükünü çekerken, diğer tarafta sermaye sınıfının sanayi üretimi ve finans sektörü ayağında kârlılığını katladığını resmi rakamlar neticesinde biliyoruz.
***
Buna göre; Bankacılık sektörünün 2021’deki net kârı bir önceki yıla göre yüzde 57.4 artarak 92,1 milyar liraya çıkmış. Kamu bankalarının toplam net kârı yüzde 0,2 artışla 21,5 milyar TL olurken, özel bankalar ise yüzde 90,5 artışla 70,6 milyar TL kâr etmiş. 2021 yılı Ocak - Haziran bilançosunu açıklayan Koç Holding, kârını bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 101 artırarak ilk altı aylık kazancını 9 milyar 225 milyon liraya çıkardı. Yine Koç grubunun sahibi olduğu Yapı Kredi Bankası 2021 yılında net kârını bir önceki yıla oranla yüzde 107 artırarak 10,5 milyar TL olarak açıkladı. Yine bir diğer büyük sermaye grubu Sabancı Holding’de 2021 yılı kârlılığını bir önceki yıla oranla yüzde 110 artırarak 10 milyar TL nin üzerinde kâr açıkladı. Sabancı Holding’in sahibi olduğu Akbank ise 2021 yılında 12 milyar 127 milyon lira konsolide net kar elde etti.

Kriz kimi
vuruyor?

Hem üretim araçlarına, hem de finans sektörüne hakim büyük sermaye gruplarının, kriz var denilen ortamda nasıl büyüdükleri, kârlarını nasıl artırdıkları rakamsal verilerle ortada. Öyleyse var olduğu söylenen kriz tek taraflı. Her kriz anında aynı gemide olduğumuz klişesi konuşuluyor. Türkiye’nin batılı ülkelerin baskısıyla ekonomik olarak köşeye sıkıştırıldığı ve kurtuluş mücadelesi verdiği anlatılıyor halka. Krizin sebebi hükümetçe dış güçlere, muhalefet tarafından ise başarısız ekonomi yönetimine bağlanıyor. Fakat vatandaşa anlatılanlarla gerçekler birbirini tutmuyor. Krizin, dış güçlerden değil, içeride uygulanan politikaların “ücret payının gerilemesine ve servet dağılımında artan eşitsizliğe” sebep olduğu ve bununda kriz doğurduğu bir gerçek. 1990’larda toplam gelirden aldığı pay yaklaşık %50 olan çalışanların ücret ve ödemeleri 2021’e gelindiğinde %35’lere gerilemiş durumda. Özel sektörde çalışan bir işçi, kendi maaşı dışında bir maaş yada daha fazlasını işverene kazandırıyor. Çalışarak, üreterek değer yaratan milyonlarca emekçi yoksulluğa mahkum edilirken, seçkin bir sınıfın milyonların sırtından nasıl zenginleştiği ortada. Eğer bir kriz varsa, bunun Türkiye’nin tamamını etkilemesi gerekmez mi? Fakat durum öyle değil. Kriz yalnızca emeğiyle, alınteriyle geçinenler için var. Ülkenin toplam hasılası 80 milyonu refah içinde yaşatmaya yetecek düzeyde ancak, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluğun ve halkın yaşadığı krizin temel sebebi olarak önümüzde duruyor.
Emekçiler direniyor
Bugünlerde ülkenin dört bir yanında motokuryeli çalışan emekçiler başta olma üzere, bir çok sektörde grev ve direniş var. Emekçiler düşük ücrete, olumsuz çalışma koşullarına ve baskıya maruz kalıyor. Siyaset bu konuda kör davranırken, kendiliğindenci bir gelişmeyle insanlar hak arayışlarını bir biçimde sürdürüyor ve geçici de olsa sonuç alıyor. Bu süreçte iktisadi savaşımın işçilerin kafalarına yerleştirdiği siyasal bilinç kıvılcımlarından yararlanarak işçilerin siyasal bilinç düzeyini yükseltmek de önder siyasi partinin temel görevi olmalıdır. Aksi halde nesnel gelişmelerden yararlanarak siyasi bir sonuç beklemek mümkün olmayacaktır. Bir tarafta servet biriktiren seçkin azınlık, diğer tarafta yaşam mücadelesi veren emekçi yığınlar. Peki, bu adaletsizliğin sebebi ne? Nereye bakmalıyız, sorun nerede?

Kapitalizm/Emperyalizm gelişim yasaları ve Finans/Kapital

Serbest rekabet iktisatçıların büyük çoğunluğunca, bir “doğa yasası” gibi görülsede, serbest rekabetin üretimin yoğunlaşmasına sebep olduğu, bunun ise belirli bir gelişme aşamasında tekelciliğe evrildiği somut bir gerçek. Üretimin yoğunlaşmasının sonucu olarak tekellerin doğması, Kapitalizm’in gelişiminin genel ve temel yasasıdır. Üretim araçlarına ve sermaye birikimine sahip olan bu tekeller, böylece ekonomik yaşamın temelleri haline geldiler. Bu evrede Kapitalizm, Emperyalizm’e dönüşmüş oldu. Üretimin toplumsal karakterine rağmen, sermayenin tekelde yoğunlaşması ise sistemin temel çelişkisidir. Bir avuç tekelcinin, halkın geri kalanı üzerindeki boyunduruğu, sömürüyü ve baskıyı her geçen gün biraz daha artırıyor.
Sanayi sermayesi ve banka sermayesinin birleşmesi sonucu 20. yy başlarında ortaya çıkan Finans/Kapital kavramı, mali sermayeyi ifader eder. Banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçmesinden oluşan “finans-kapital” (mali sermaye), hem Emperyalist ülkelerde, hem de Emperyalizmin sömürdüğü ülkelerde egemen konuma yükselmiştir. “Üretken sermaye” yani sanayi sermayesi ile birlikte, mali sermayeninde sahibi yine aynı tekellerdir. Bu sömürü düzeni dünyaya hakim düzendir. Batılı ülkelerde gelişimi daha hızlı ve güçlü olmakla birlikte, Türkiye’de de benzer biçimde ortaya çıkar. Bu durumun Türkiye için somut örneğini (Koç Holding/Yapı Kredi-Sabancı Holding/Akbank) ve ülke ekonomisindeki etkisini rakamlarla verdim.
***
Uluslararası Finans/Kapital tekelleri dünya pazarlarını ele geçirirken, aynı zamanda o ülkelerde işbirlikçiler aracılığıyla sermaye transferi yaparak kendi iç dinamikleri ile “sanayi üreten sanayisi” gelişmemiş bu ülkelerin kaynaklarını da yağmalamaktadır. Bu yağma ve talana ortak olan yerli işbirlikçiler de bu sistemden yukarıda belirtilen şekilde kazanç elde etmektedirler. Dünya’ya şu anda hakim olan bu sermaye güçleri, derin yoksulluğun ve krizlerin temel nedenidir. Ülkenin kaynaklarını yağmalattırıp, ülkede ortaya çıkan krizlerin nedenini dış güçler diye tarif edenler, bu güçlerin yıllardır ülkemizdeki çıkarlarını savunanlardır. Güneş balçıkla sıvanmıyor, bu gerçek gün gibi ortada. Ekonomik haklar mücadelesi mutlaka siyasal önderlikle taçlanacak ve emekçiler Finans/Kapital tekellerinin bu yağma ve talanına son verecektir. Üretim araçları ve kaynakların kamulaştırılarak halk yararına çalıştırılması ile birlikte artı değer sömürüsünün olmadığı bir dünya yaratmak böylelikle mümkün olacaktır.

Haberleri