Türkiye' de, özelleştirme kavramı sürekli gündemde oldu. Devletin üstlendiği ekonomik faaliyetlerin özelleştirme yoluyla daraltılması, Devletçilik karşıtı bir yaklaşım olarak rağbet bulmasına yol açmıştır. Temel hedef de devletin, ekonomi üzerindeki etkisini daraltmak, aktör olma sıfatını, ortadan kaldırmaktır.
Türkiye' de, özelleştirmenin ekonomik gerekçeleri olarak da, KİT'lerin, devletin sırtında kambur oluşturduğu ve bu yükün, topluma malolduğu fikridir. Bu durum enflasyon, bütçe açıkları ve işsizlik gibi sorunların sebebi olarak da gösterildi.
Oysa devlet işletmelerinin zarar etmesinde, en büyük sorumlu politikacılardır. Maalesef yıllarca bütün işletmeler ve kurum/kuruluşlar, arpalık olarak tabir edilen bir siyasi yağmaya maruz bırakılmıştır. Hatta bu anlayışın özelleştirme politikalarının ekonomik rasyonaliteyi yaratmak için, bir yöntem olarak kullanıldığı söylendi.
Ülkemizde, özelleştirme çalışmaları bir plan dahilinde yapılmadı. Oysa dünyada pek çok ülkede, özelleştirme bir mastır plan çerçevesinde yapıldı. Aslında Mastır Plan çalışmaları çok iddialı çalışmalardır. Türkiye' de, özelleştirme konusunda bir mastır plan hazırlamaya girişti ama sonuç gelmedi. Hâlbuki Türkiye'nin, bir Mastır Plana şiddetle ihtiyacı vardı. Çünkü sektör el bazda ve şartlara göre, yapılan çalışmaların özelleştirme programı için yeterli olmadığı görülmüştür. Güya KİT' lerin, özelleştirilmesiyle, bütçeye getirdikleri yükler, ortadan kalkacaktı.
Özelleştirme uygulamaları, verimli olan KİT' lerden başlandı. Dolaylısıyla zarar eden KİT'lerin, bütçeye getirdiklerini azaltan karlı KİT'lerin satılmasıyla, KİT'lerin, bütçedeki yükleri azalmak yerine artmıştır. KİT'lerin, özelleştirilmesi ile sermayenin tabana yayılması ve yeni istihdam sahaları açılması da sağlanamadı. Bu nedenle de özelleştirmeler sonrasında, binlerce işçi işten atıldı. İşini kaybetmeyip çalışanların büyük çoğunluğu ise güvencesiz çalışmaya mahkûm edildi.
4-C kapsamına alınmak istenen binlerce TEKEL işçisi, özlük hakları için önce şehirlerde toplanıp, seslerini duyurmaya çalıştı. Sonra, 12 bin işçi, Ankara'ya geldi. Eylemleri günlerce sürdü. Zaman zaman polisle çatıştı, biber gazlı müdahalelere maruz kaldı.
Devleti yönetenler ve işçiler de sert açıklamalarla uzlaşma zemininden uzaklaşıyorlar. Nitekim Tek-Gıda iş sendikası başkanı Mustafa TÜRKEL' in, yaptığı genel grev ve hükümeti devirme yönündeki açıklamalara Başbakan çok sert karşılıklar verdi ve "Avucunu yalarsın, sen kim oluyorsun" diyerek tepki gösterdi.
Tekel işçileri, kamuda 4857 sayılı yasa çerçevesinde çalışan sendikalı işçilerdir. Bu işçilerin ellerine kıdemlerine, öğrenim durumlarına, yaptıkları işe göre ortalama 1000-1500 TL civarında ücret geçmektedir. 4-C' li olduklarında, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'na göre, bir işçi en çok 10 ay çalışabiliyor. Bu süre 4 aya kadar inebiliyor. Geçici personellere, tahsil dereceleri dikkate alınarak belirlenecek brüt aylık ücretler ödeniyor. Bu ücretler, 2010 yılında yapılan iyileştirmelerle birlikte; İlköğretim mezunları için 772 TL. Lise mezunları için 856 TL. Yüksek okul mezunları için 938 TL. dir. Ayrıca bu işçiler sözleşmeli ve geçici işçi kapsamında olduklarından, kıdem ihbar tazminatı sendikalılık gibi haklardan, yoksun hale dönüşüyorlar.
Hükümet, " Yetim Hakkı" gerekçesi ile işçilerin tekliflerine sıcak bakmadığı gibi, hükümete, "Tekel işçilerinin, direnişi ideolojiktir" düşüncesi hakim oldu. Hatta Devlet Bakanı Hayati Yazıcı' nın, TEKEL işçilerine yönelik "İşe şeytan karıştı, hani 72 buçuk millet derler ya, Türkiye'de, ne varsa, buna PKK da dahil, bu işe fitne sokmaya başladı. Araya provokatörler girdi" şeklindeki sözlerine, işçi ve muhalefetten sert tepki geldi.
Aslında Tekel işçilerinin direnişi, Türk işçi hareketi açısından da bir milattır. İlk defa işçi hareketi tarihi yazıyor. Kamuoyundan da destek görüyor. Bu sadece Tekel işçisinin değil, bütün işçilerin mücadelesidir. Tekel işçileri, 4/C uygulaması kaldırılana ve özlük hakları korunarak başka fabrikalarda istihdam edilene kadar da direnmeye devam edecekler.
Elbette Türkiye' de, kişi/kişiler, demokratik yoldan hakkını arayacaktır. Ancak her nedense hak arayışı içinde olanlara, pek sıcak bakılmaz. Hak arayışlarına, ülke yönetiminin bakış açısı, yapılan en üst düzeydeki açıklamalar ve alınan polisiye tedbirler, hiçte uzlaştırıcı değildir. Maalesef özelleştirme yapmak isteyen veya başlatan, iktidarların, en büyük handikabı, toplumsal uzlaşma yolunu tercih etmemesidir. Eğer bu yolu tercih edilmiş ve özelleştirme ile ilgili mastır planı yapılmış olsaydı. Belki de Türkiye, bugün özelleştirme sonucu yaşanan olumsuzlukları, özellikle de Tekel işçilerinin, mücadelesi ile karşı karşıya kalmayacaktı.
TEKEL İŞÇİ HAREKETİ BİR MİLATTIR
Türkiye de, özelleştirme kavramı sürekli gündemde oldu. Devletin üstlendiği ekonomik faaliyetlerin özelleştirme yoluyla daraltılması, Devletçilik karşıtı bir yaklaşım olarak rağbet bulmasına yol açmıştır. Temel hedef...