Terzisini Seven Bilge

Yaşamda bir sonraki sınavın dersi, bir önceki sınavdadır. Üniversite birinci sınıfta fizik dersi laboratuvarından önce en az 3-4 saat hazırlık yapmamız gerekirdi.

Yaşamda bir sonraki sınavın dersi, bir önceki sınavdadır. Üniversite birinci sınıfta fizik dersi laboratuvarından önce en az 3-4 saat hazırlık yapmamız gerekirdi. Çok sayıda kaynak karıştırmamız ve ödev hazırlamamız istenirdi laboratuvarda deneyi yapabilmek için… Hepsi bu kadar değil. İki saat kadar süren laboratuvar çalışmasının ardından yine üç saten fazla ek çalışma yapmak ve ödev hazırlamak zorunda kalırdık. İki saatlik bir laboratuvar uygulaması için sekiz saate varan ön ve son çalışma yapmayı anlamakta zorluk çekerdik öğrenciler olarak.

Daha sonra fark ettik ki; bu başarmaya çalıştığımız şey, bilimsel disiplindir. Bilim için gerekli özveriyi ve çalışmayı yapmadan onu elde etmek mümkün olmuyor. O zamanki toy bakışımız, bunu anlamakta zorluk çekmiş. Emek olmadan yemek olmuyor; hele bilimsel başarı asla olmuyor.

Kişiler arası iletişim gibi ciddi bir konuda başarılı olmak için de o konuda emek vermek gerekli. İyi iletişim için aynen laboratuvar çalışmasında olduğu gibi ön ve son çalışma zorunlu. Benzetirsek; örneğin konuşmadan önce düşünmek, konuştuktan sonra değerlendirmek gerekiyor.

Bir bilge kişiye sorarlar: “En çok kimi seversiniz?” Bilge kişi: “Terzimi severim” şeklinde cevaplar. Soranlar şaşırırlar bu kez: “Neden terzi? Daha öncelikli bir yakınınız, tanıdığınız, yoldaşınız yok mu ki terziyi seçtiniz?” Bilge kişi ders verir gibi tane tane anlatır: “Terzimi severim çünkü o, her gittiğimde ölçümü yeniden alır. Daha önceki gidişlerimdeki ölçülerime takılıp kalmaz.” Ve devam eder: “Pek çok insan daha önce vardığı yargılarda sabitlenip kalır. Bir insanın değişebileceğini, kötüyse bu huylarından arınıp iyi bir insan olabileceğini düşünmez. İyi insan, sevilesi insan odur ki, olumlu değişime inanır.”

Çevremizde bu bilge kişi kadar içi iyilik ile dolu insanlara rastlamak pek kolay değil. Sorun biraz da bilgeliğin gerektirdiği koşulların dayanılmaz ağırlığından kaynaklanıyor. Bilgelik, öncelikle yaşamdan doğru dersleri çıkarmak ve bunları bir ilkeler dizisi ve yine yaşam yol göstericileri olarak geliştirmek demek. Eğer yaşam deneyimi ve zenginliği bunları doğru ifade edebilecek söylemle birlikte oluşursa bilge olarak anılan o kişi meyve veren bir ağaç oluyor.

Bizimki gibi saygı, hoşgörü ve empati özellikleri çok yüksek olmayan, hatta muhtemelen giderek düşen bir toplumda bir bilgenin yaptığı hiza önderi kimliğini savunabilmek hiç de kolay değil. Toplumda değerler erimeye başladığı zaman bireyler hak edip etmediklerine bakmaksızın bazı sosyal pozisyonların talibi oluyorlar. Söz konusu pozisyon için deneyimi, bilgi birikimi ve eğitiminin gerek ve yeter miktarda olup olmadığından bağımsız biçimde o makamı talep ediyorlar. Hatta bunu hakları görüyorlar. Tabii ki bu güdünün arkasında ya o makamın sağladığı avantajları kendi yaşantılarına aktarmak ya da eksikliklerini bir kartvizit ile tamamlamak var.

Bir kişinin bilgelik yoluyla birlikte sosyal merdivenleri de tırmanabilmesi için o toplumda “hak edenin hak ettiğini alması” yani meritokrasi özelliği olması gerekli... Düşük kültür ve eğitim toplumlarında bu özelliği yakalamak zordur. Bu tür toplumlarda bilge kişiler çöl çiçekleri gibidir. Kendiliğinden yetişirler ve genelde toplumsal destekten yoksun oldukları için de karalanmaları ve yok edilmeleri kolaydır.

Eski zamanlarda toplumun farklı insanları olma özelliğine sahip bilge kişileri yok etmenin yolu kan ve zulüm imiş. Farklılığa tahammülsüzlüğün sonucu genelde bu kişiler için karanlık zindanlarda tükenmek veya doğrudan yaşamlarını yitirmek olmuş.

Çağdaş toplumda ise daha yumuşak teknikler kullanılıyor farklılığı ve bilgeliği yok etmek için. Karalama, haksız ve dayanaksız eleştirme bu teknikler arasında başı çekiyor. Pek çok zaman örnekte medya da bu konuya ortak ediliyor. Yaklaşım basit: “Çamur at, izi kalır.”

Böyle bir durumda karalamalarla, hoşgörüsüzlükle, saygısızlıkla ve kabalıkla sonuna kadar savaşmayı tercih eden kişileri takdir ediyorum. “Benden bu kadar!” deyip kendi dünyasına dönen yorgunları da aynı saygı ve empati ile karşılıyorum. Kurtların arasında akil kuzu olmak da zor… Arasında yaşadığımız toplum ise yabancılaştırmada ve ötekileştirmede son derece başarılı…

Güncel Haberleri