Topluma Neler Oluyor?

Sosyal yaşamımızda bazı değerler ve anlamlar var. Bunların bazıları doğar ve kaybolur. Kimileri ise daha sürekli olur. Kalıcı olan değerlere baktığımızda bunların sürdürülebilirlik gibi bir özelliğe sahip olduğunu görürüz.

Sosyal yaşamımızda bazı değerler ve anlamlar var. Bunların bazıları doğar ve kaybolur. Kimileri ise daha sürekli olur. Kalıcı olan değerlere baktığımızda bunların sürdürülebilirlik gibi bir özelliğe sahip olduğunu görürüz.

Toplumun sürdürülebilirliğini sağlayan ve uzun soluklu olan değerler, toplumun çimentosu olma görevini yerine getirirler. Toplumsal çimento, içinde bulunulan zamana göre öz ve biçim değiştirebilir. Toplumun birlikteliğini ve geleceğe doğru sağlıklı yürüyüşünü sağlayanlar arasında inanç benzerliği, vatan sevgisi, yurttaşlık bilinci ve aidiyet duygusu gibi değerler bulunur. Eğer bu değerler, siyasi rant veya kişisel çıkarlar nedeniyle istismar edilip anlam kaybına uğratılırsa, toplumu bir arada tutan çimento da etkisini kaybedip yok olmaya başlar.

Dinin çıkarcı amaçlarla kullanılması, ulusalcı duyguların bireyleri birbirine düşman edecek biçimde istismar edilmesi, yaygın basının toplumun değerlerini yozlaştırması ve eğitim kalitesinin giderek düşmesi sosyal çimentonun yok oluşunda başrolü oynayan faktörler arasındadır. İnsani değerlerin çözülmesi ve sosyal çimentonun etkisini kaybetmesi üzerine toplumda bir arada barış içinde yaşama anlayışı da çözülür. Bugün fetvayı ve hutbeyi işlemez hale getiren gerçek budur. Günümüzde aynı gerçek; futbol maçlarında, siyasi parti kongrelerinde, gasp ve hırsızlık olaylarında, intiharlarda, aile içi şiddet olaylarında ve töre cinayetlerinde kendini her an doğrulamaktadır.

En küçük bir olayda çevresine, hatta yakınlarına şiddet yayan bireylere dönüşüyoruz. Tüm bu gelişmeler kaygı verici bir boyutta yükselmeye devam ediyor. Bu süreci olumluya çevirmek için suç-ceza dengesini yeniden kurmamız gerekiyor. Suçluya, hak ettiğinden daha düşük bir ceza verilmesi, toplumun cezalandırılması anlamına geliyor. Toplumumuz suçluya gerektiği ağırlıktaki cezanın verilmesini bekliyor; aksi durumda sosyal gerginlik yükselmeyi sürdürüyor. Suç ve suçun tanımında ve cezai yaptırımların uygulanmasında, suçlu kadar mağdurun da gözetilmesi zorunludur.

Gerçekten işin boyutlarından biri, suç ile ceza arasında doğru dengenin kurulmasıdır. Toplumun vicdanında bu dengenin kurulduğuna dair bir inanç oluşmazsa, bu durumda tehlike büyür; hukuk ve güvenlik sistemlerine olan güven de azalma başlar. Bugün yaşadığımız bir diğer gerçek, sözünü ettiğim güven azalmasıdır. Özellikle hukuka olan inanç ve güven düzeyinin giderek düşmekte olduğunu gözleyebiliyoruz.

Eski çağlarda çocuklar sosyal değerleri aile içinde öğrenmekteydiler. Genç insanın yaşamında ailenin, kültür alışverişi ve ahlaki değerleri edinme açısından çok özel bir önemi vardı. Bugün ise çocuğun ve gencin yaşamında okul yaşamı daha fazla yer tutuyor. Demek ki; geçmişte ailenin yüklendiği görevi, bugün okul yüklenmek zorunda… “Okul bu görevi yerine getirmekte midir?” sorusuyla dönüp baktığımızda; ne yazık ki, olumlu bir cevap veremiyoruz.

İlköğretimden üniversiteye kadar eğitim sistemimizin sosyal, ulusal, bireysel ve ahlaki değerlerin öğretilmesinde, ‘tel tel dökülüyor’ diyebileceğimiz ölçüde eksikli ve zayıf olduğunu gözlüyoruz. Okul denen olgu, tümüyle ‘rakibin üstüne basıp geçmeyi mubah sayan’ bir yarışa dönüştürülmüş. Tek amaç bir sonraki sınav hakkını kazanmak olan bu yarışmada yukarıda sözünü ettiğim değerler kolaylıkla unutuluyor, es geçiliyor.

Yaşadığımız bu ‘toplumsal cinnet’, büyük kısmı toplumun derinliklerinden başlayan bir buzdağının su üstünde kalan kısmıdır. Belki de gerekli önlemleri almak için son dönemi yaşıyoruz.

Güncel Haberleri