Toplumsal yara

Son yıllarda artan kadın cinayetleri, toplumsal yapıyı derinden etkileyen ve her geçen gün daha büyük bir yara haline gelen bir sorundur.

Son yıllarda artan kadın cinayetleri, toplumsal yapıyı derinden etkileyen ve her geçen gün daha büyük bir yara haline gelen bir sorundur. 2024 Ekim ayında Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu tarafından açıklanan verilere göre, sadece Türkiye’de 48 kadın cinayeti ve 23 şüpheli kadın ölümü yaşanmıştır. Bu trajik olaylar, yalnızca birer suç olarak değerlendirilmemelidir. Aynı zamanda bu olaylar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden beslenen, derin psikolojik ve sosyo-kültürel dinamiklerin bir yansımasıdır. Psikolojik açıdan, bu cinayetlerin kökenlerini ve arkasındaki karmaşık nedenleri anlamak, gelecekte alınacak önlemler için kritik bir öneme sahiptir.

Şiddetin Psikolojik ve Toplumsal Kökenleri;

Kadın cinayetlerinin büyük bir kısmı, erkek egemen toplumsal yapıların ve cinsiyet eşitsizliğinin sonucudur. Toplumdaki erkek egemen bakış açısı, kadının rolünü çoğunlukla “zayıf”, “itaatkar”” ve “erkek egemenliğine boyun eğen” bir konumda tanımlar. Bu görüş, bazı bireyler üzerinde kadına yönelik şiddeti meşrulaştırıcı bir etki yapar. Bu noktada, toplumun, kadının değerini sadece fiziksel varlığına ve cinsel kimliğine indirgemesi, psikolojik düzeyde ciddi travmalara yol açabilir.

Psikolojik açıdan, şiddeti içselleştiren bireyler, bu tür bir düşünce yapısına sahip olduklarında, öfke kontrolü sorunları, duygusal yetersizlikler, narsistik kişilik özellikleri ve bazı durumlarda psikopatolojik bozukluklar da devreye girer. Bu faktörler birleştiğinde, şiddetin daha da derinleşmesi ve cinayete dönüşmesi kaçınılmaz bir hal alabilir. Ayrıca, bu tür psikolojik durumlar çoğu zaman kişisel ya da ailevi travmaların bir yansımasıdır. Bu travmaların, kişilerin başkalarına zarar vermelerini tetikleyecek şekilde dışavurumu gerçekleşebilir.

Aile İçi Dinamikler ve Şiddet Döngüsü;

Kadın cinayetlerinin önemli bir bölümü, aile içindeki şiddet döngüsünden beslenir. Ev içi şiddet, sadece fiziksel değil, duygusal, psikolojik ve ekonomik şiddeti de içerir. Birçok kadın, yıllarca duygusal istismara uğradığı halde bunu normal bir ilişki dinamiği olarak kabul edebilir. Bu durumu değiştirmeye yönelik bir adım atmak, çoğu zaman korku, bağımlılık ya da sosyal çevre baskısı nedeniyle mümkün olmaz.

Aile içindeki şiddet, yalnızca kadının hayatını tehdit etmekle kalmaz, çocuklar başta olmak üzere diğer aile üyelerinin de psikolojik sağlığını ciddi şekilde etkiler. Çocuklar, şiddete sıkça tanık oldukları için bunu bir ilişki biçimi olarak öğrenebilirler ve gelecekteki ilişkilerinde de şiddet kullanmayı normal bir davranış olarak benimseyebilirler. Bu durum, kuşaklar arası şiddet döngüsünü pekiştiren bir etkiye sahiptir.

Bir diğer önemli nokta ise, şiddet uygulayan bireylerin geçmişte yaşadıkları travmalardır. Bu bireylerin çoğu, çocukluk dönemlerinde şiddet, ihmal veya istismar gibi travmatik deneyimlerle karşılaşmışlardır. Bu deneyimler, onların empati geliştirmelerini ve duygusal bağ kurmalarını engelleyebilir. Aile içindeki ilişkilerde kontrol etme, manipüle etme veya psikolojik baskı yapma eğilimleri, bu geçmiş travmaların bir yansıması olarak ortaya çıkabilir.

Toplumsal Tepkiler ve Önleyici Stratejiler;

Kadın cinayetlerine karşı toplumsal tepkiler, ancak bilinçlenmiş bir toplumla anlam kazanabilir. Bu sorunu çözebilmek için, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve şiddetle mücadele konusunda kapsamlı bir eğitim sürecinin başlatılması şarttır. Toplumun tüm kesimlerine yönelik eğitim programları, kadın hakları, şiddetin tanınması ve şiddet mağdurlarıyla empati kurulması gibi konuları içermelidir.

Ayrıca, psikolojik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, hem mağdurlara hem de şiddet uygulama potansiyeli taşıyan bireylere ulaşmayı hedeflemelidir. Erken müdahale programları, şiddetin önlenmesi adına kritik bir rol oynar. Bu programlar, bireylerin duygusal zekalarını geliştirmelerine, sağlıklı iletişim becerileri kazanmalarına ve özellikle de öfke kontrolü konusunda profesyonel destek alarak şiddet içeren davranışlardan uzaklaşmalarına olanak tanıyabilir.

Bunun yanı sıra, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde yürüttüğü projeler, kadınların güvende olacağı mekanizmalar oluşturulmasına olanak tanımalıdır. Şiddet uygulayan kişilerin, rehabilitasyon süreçlerine dahil edilmesi de bu sürecin önemli bir parçasıdır. Toplumun her seviyesinde yerel yönetimlerin de aktif bir şekilde bu mücadeleye dahil olması gereklidir.

Sonuç: Ortak Sorumluluk ve Toplumsal Farkındalık

Kadın cinayetleri, sadece bireysel bir suç olarak ele alınmamalıdır. Bu cinayetler, toplumsal yapıyı, kültürel normları, eğitim sistemini ve aile yapısını etkileyen çok boyutlu sorunların bir yansımasıdır. Bu noktada, her bireyin sorumluluğu büyüktür. Kadınların güvenli bir ortamda yaşama hakkı, sadece bir hedef değil, bir zorunluluk olmalıdır. Toplumun her kesiminde farkındalık oluşturmak, şiddeti normalleştiren söylemleri reddetmek ve kadınların haklarını savunmak, yalnızca kadınların değil, tüm insanlığın ortak sorumluluğudur. Bu sorumluluğu taşımak, daha adil ve sağlıklı bir toplumun inşa edilmesine katkı sunacaktır.

Güncel Haberleri