Toprağı ve Suyu Kaybetmemek

Öyle değerler var ki; yitirdikten sonra –ve kaybetmeye devam ederken– bir kez daha onu yakalamak mümkün olmuyor.

Öyle değerler var ki; yitirdikten sonra –ve kaybetmeye devam ederken– bir kez daha onu yakalamak mümkün olmuyor. Ama doğrusu; bu değerlerin önem ve anlamını, pek çok örnekte ancak yitirdikten sonra fark ediyoruz. İşte; su ve toprak da, böyle bir olmazsa olmaz kaynaktır. Şu günlerde su kıtlığı alarmı manşetlerine ülkenin değişik noktalarında toprağın risklere maruz kaldığı, giderek yaygınlaşan obruk haberleri eşlik ediyor.

Dünya üzerindeki büyük gelişmelerin nelere mal olacağını önceden kestirmek kolay olmuyor; sürecin belli bir aşamasında olumsuz görünümler ortaya çıkmaya başladığında, gerçeğin acı yüzünü fark ediyoruz. Hızlı sanayileşme, yüksek oranlı nüfus artışı, plansız ve rant odaklı kentleşme, kuralsız enerji kullanımı ve bilinçsiz doğal kaynak tüketimi gibi yönelimler, dünyayı geri dönülmez bir mecraya sokmuş gibi görünüyor. Özetle; doğal denge bozuluyor ve bu çerçevede en önemli dünya kaynaklarından biri olan toprağı, büyük bir hızla kaybediyoruz.

Örneğin tarihi dikkatli okuduğumuzda; günümüzde tahribata direnç gösterebilmiş Frigya vadilerindeki pek çok anıtın daha birkaç yüzyıl önce ormanlar içinde olduğunu öğreniyoruz. Bugün ise bu anıtlar, ağaçsız ortamlarda güneşin dik ışıklarının altında ayakta kalmaya çalışıyorlar. Gerçekten bu örnekte olduğu gibi, dünya üzerinde görülen temel değişimlerden biri, ormansızlaşmadır. Özellikle son 1-2 yüzyıl içinde ormanların katledilmesi konusunda başta devletler, yerleşik topluluklar ve özel sektör kuruluşları ‘çok büyük başarılara’ imza atmışlardır. Ormanların bilinçsizce ve hayâsızca yok edilmesi ise bugünün temel sorunlarından biri olan çoraklaşma ve çölleşmeyi gündeme getirmiştir. Çöl, kullanımı mümkün olmayan toprak demektir.

Bitki örtüsünün yitirilmesi ile başlayan süreç, bir ülkenin birincil ulusal zenginliklerinden olan toprağın kaybedilmesi ile devam eder. Bitki ve hayvan yaşamını yok ederek bozulan doğal denge, tüm canlıların beslenmesinde ve canlı kalmasında en önemli unsurlardan biri olan toprağın yok oluşu felaketini üretir.

Bitki örtüsünün bozulmasının bir diğer sonucu, yeraltı ve yerüstü su rejimlerinin bozulmasıdır. Bozulan su rejimi ile birlikte değerli tarım toprakları akarsular tarafından denizlere taşınmaya başlanır. Akarsu yatağı üzerindeki baraj ve gölet haznelerinin, toprağın taşınması sonucu hızla dolması, toprak kaybının diğer olumsuz sonuçları olarak ortaya çıkar.

Kuşkusuz; toprağın yitirilmesinde tek neden; genelde bitki örtüsünün, özelde ormanların yok edilmesi değildir. Son yıllarda zirai ilaç ve gübrelerin yanlış kullanımının, toprağın çoraklaşmasında ciddi katkıları vardır. Yanlış tarım tekniklerinin olumsuz etkilerini de hatırlamamız yerinde olur.

Toprağın kaybedilme türleri arasında en yaygın olarak görüleni erozyondur. Erozyonu, kısaca, toprağın akarsu veya başkaca etkilerle aşındırılarak taşınması olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’de erozyonun neredeyse bilinen tüm çeşitlerinin görülüyor olması, çoraklaşma ve çölleşme riskinin ciddiyetini ortaya koymaktadır.

Türkiye’de doğanın ve çevrenin korunması yanında erozyonla mücadele konusunda çaba gösteren dernek veya vakıf statüsünde pek çok sivil toplum kuruluşu (STK) var. Bu konularda sivil toplumun, devlete ve özel sektöre oranla daha başarılı olduğunu görüyoruz. Ama ne yazık ki, yapılan çalışmalar henüz yeterli değil. Başta eğitim olmak üzere yeni teknolojilerden ileri tarım tekniklerine kadar çok sayıda ve yaygın faaliyete ihtiyaç var.

Güncel Haberleri