Yıllardır, sanal aydınlar, şiddetin çözüm getirmediği, savaş dilinin artık bırakılması gerektiği, sorunun militarist asayiş politikalarıyla değil, insan yaşamını merkeze alan sivil açılımlarla çözülebileceği ortak paydasında buluştukları bildirilerde, konunun acili yetini vurgulayarak, siyasi iradenin çözümün, sorumluluğunu üstlenmesini istediler. Ancak çözüm üretmediler.
Elbette Türk halkı, barışçıl çözümlere, her zaman sıcak bakmıştır. Ancak bu düşüncesi ve isteği, emperyalist ülkeler, dış ve iç şer odakları tarafından, sürekli engellenmiş ve etnik, dinsel ve ideolojik gelişmeler, sürekli körüklenmiştir. Devlet kurumlarının, barışçıl çözümlere yaklaşımını sürekli, militarist asayiş politikaları olarak tanımlanmıştır.
Şiddet nedeniyle, çok şey kaybedildi. Yıllardır binlerce insanımız öldü, sosyal dokumuz tahrip oldu. Barışı sağlanması için, silahlı eylemlerin durması hep söylendi ama bir türlü barış hayata geçirilemedi. Çatışma ortamının sona erdirilmesi için, siyasi otorite tarafından ciddi bir açılımların yapılması da hep söyledi. Hatta açılımlarda yapıldı.
Ne var ki, bazı kesimler, bu açılımları ve sivil çözüm dinamiklerini, barıştan yana değil de çıkarları doğrultusunda kullandılar. Ancak, çatışma ortamının, tamamen sona ermesi için, eylemde, fikirde ve yüreklerde silahların bütünüyle susması gerektiğini hep vurguladılar ama el altından da bu çatışmalara zemin hazırladılar.
Öte yandan "Tek bir terörist kalmayıncaya kadar" sloganı da, bazı kesimler tarafından sürekli eleştirildi. Doğrudur, bu slogan ve şiddet, akan kanı da durdurmuyor, kinci söylemi besliyor ve bölge üzerinde hesapları olan güçlere bağımlılığı artırıyor. Ancak bu sloganın neden söylediği de bir türlü sorgulanmıyor.
Elbette sorun, hepimizin çabalarıyla, bu topraklarda çözülebilir. Ancak istemler ve hedefler, bu ülkenin kurulu düzenini bozmamalı, en önemlisi de dış ve iç şer odakların, hedeflerine de hizmet etmemelidir. Çözümün, sorumluluğunu da siyasi irade üstlenmelidir.
İnsan hayatını, temel alan bir güven ortamı yaratılmasını, yanlış yolda olan ve şiddete karışan insanlarımızın, toplumsal-kamusal hayata katılabilmelerini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılmasını, şiddet ortamının tümüyle sona ermesini kim istemez. Ancak bugüne kadar bu yöndeki tüm yasal düzenlemeler, maalesef yanlış algılandı. Ülkeye fayda değil zarar verdi. Taviz, tavizi getirdi. Getirilen afların ve tavizlerin, faturası ortadadır.
Ayrıca nüfusun, geniş bir kesiminin iradesinin, parlamentoya yansıması, yüzde on seçim barajının indirilmesi, temsilde adaleti sağlayacak önemli bir adım olduğu gibi, demokratik yaşamında zenginliği olacaktır.
Türkiye'de, tüm kültürler, devre dışı bırakılarak veya göz ardı edilerek Kürt kimliği, dili ve kültürünün, kamu yaşamının, bütün alanlarına dahil olması, önündeki yasal engellerin kaldırılması ve ifade ve örgütlenme özgürlüğünün de eksiksiz sağlanması isteniyor ama ülkemizin demografik yapısı ve batı ülkelerindeki tablo, hiç dikkate alınmıyor.
Ülkemizden, yoksullukla gelen umutsuzluk kıskacının kırılması, bölgeler arası ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin aşılmasına yönelik yeni bir hamlenin başlatılması isteniyor. Ancak bu alanda yapılan bölgesel çalışmaların, nasıl çarpıtıldığı veya kişisel çıkarlara dönüştürüldüğü de göz ardı ediliyor.
Ülkemizde herkes, özgürlük ve güven içinde yaşamak ister. Ancak bu istemekle olmuyor. Bu alanda her kesim, elini taşın altına koymak ve yasal düzenlemeleri çıkarları doğrultusunda kullananlarla da mücadele etmek ve şiddeti yaratan nedenler üzerinde düşünmeye, yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı samimi bir şekilde sorgulamak gerekir.
Ayrıca her şeyi, devlette beklemek veya belli bir kesimi ön plana çıkartarak, hak aramak, devleti suçlamak, bugüne kadar çözüm olmadı, gelecekte de olmayacaktır. Çünkü devlet bir kavramdır. Nasıl yönetilirse, icraatı da topluma o şekilde yansır. Bu durumda, suçlu devlet değil, devlette görev alan siyasi otorite ve onu iktidar yapan seçmendir.
Ve nihayet!
AKP iktidarı, PKK ile mücadele de yeni stratejiler belirledi. Kürt sorununun çözümünde sivil siyaset kanalı dışında, hiçbir kesime itibar edilmeyecek, Abdullah Öcalan ve PKK muhatap alınmayarak, devre dışı bırakılacak. Kürt vatandaşlar, PKK ve KCK' nın baskısından kurtarılacak, sivil siyaset kanalıyla çözüm aranacak. Çözüm yeri TBMM olacak, Parti ve partiler muhatap alınacak.. Silahlı mücadele devam edecek, en öne mi Strateji ise Yeni anayasada Kürt kimliği veya "ÖZERKLİK" düzenlemesi olmayacak. Yeni Anayasa' da, İNSAN HAKLARI VE VATANDAŞLARIN, kanun önünde, eşitliğini esas alacak.
İşin doğrusu da bu değil mi?
VE NİHAYET!
Yıllardır, sanal aydınlar, şiddetin çözüm getirmediği, savaş dilinin artık bırakılması gerektiği, sorunun militarist asayiş politikalarıyla değil, insan yaşamını merkeze alan sivil açılımlarla çözülebileceği ortak...