Yerel yönetmek üzerine

Değişimden bihaber olmayı ifade ederken “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” derler. Doğru söze ne denir! 14 Mayıs 2023 Genel Seçimi sonrası sırada yerel seçim süreci var. Örneklerini geçtiğimiz genel seçim sürecinde gördüğümüz biçimde yine bildiğimiz ‘geleneksel usullerle’ yerel yönetici adayı arama ve pazarlama çalışmaları başlayacak. Muhtemelen seçimlere kadar olan süreç, adayların sığ bir düzeyde tartışılmaları ve yerel bazda iktidar erkine kimlerin sahip olacağı tartışmaları ile geçecek. Reyting beklentileri veya rant-çıkar talepleri nedeniyle bir kısım medya da sürecin bu şekilde sürmesi için gayret gösterecek; hatta bu yararsız alevi körükleyecek. Yine muhtemelen dünyada hızla değişmekte olan yerel yönetim anlayış ve modellerinin kıyısından, kenarından bile geçilmeyecek.

“Her topluluk lâyık olduğu şekilde yönetilir” denir ama pek çok açıdan yetkinlikleri olan bir kent halkının böylesine seviyesiz bir süreci hak ettiğini düşünmüyorum. Bugün kentlerimizdeki yerel siyaset yapılanması ve anlayışı, o kentin nitelikli ve değişimci yönünün yerel ihtiyaç ve sorunların çözümlerle buluşmasında bir engel oluşturuyor. Bir başka deyişle; kentin yerel siyaseti, bir çözüm mekanizması ve vesilesi olmaktan çok, halkın yönetim süreçlerine katılımında bir engeller manzumesi oluşturuyor. Pek çok kentte siyaset, sivil toplumun çok gerilerinde kaldı.

Yaşadığımız dönemi öncekilerden ayırt eden özelliklerden biri, yerel yönetim anlayışındaki değişmedir. Örneğin yerel yönetimlerin uluslararası süreçlerden etkilenmeleri ve bunları etkilemeleri, kentleri küresel bir aktör haline getirdi. Artık kentler, küresel bir rekabet alanı içinde yer aldıklarından yapılanmaları ve yönetilmeleri de bu olguya uygun olmak zorunda. Kentlerin, geçmişin kapalı ekonomi ve kısıtlı ilişkiler dönemine uygun biçimde yönetilmeleri artık mümkün değil.

Bu çağda yerel yönetimi, merkezi yönetimin sıradan bir uzantısı olarak algılamamak gerekir. Kentlerin bir küresel aktör olarak yer aldıkları bir çağda kentleri, merkezin sıradan bir uzantısı olarak anlamaya çalışan anlayışı değiştirmek bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. Bu çerçevede bir yandan küresel etkileşim öne çıkarken, diğer yandan da yerel katılımın önemi artıyor. Bu bağlamda yerel yönetimlerin halka karşı sosyal sorumlulukları, hesap verme zorunlulukları ve şeffaf olma gereklilikleri de öne çıkıyor.

Yukarıda çizdiğim çerçeve, bu çağda hiç kuşkusuz yerel yönetimler ile sivil toplumun iç içeliğini artırıcı bir etki yapıyor. Yerel yönetimlerin süreç ve karar oluşumlarında siyasal ayrışmalar yerine sivil vizyon, program ve paydaşlığın öne çıkması bir zaruret halini alıyor. Bu nedenle siyasal partilerin “Al, bu listeyi onayla” anlayışı yerine, yönetim erkinin sivil toplum endeksli olarak oluşturulmasının zamanı geldi diyebiliriz. Bundan sonra sivil toplum –yurttaşlar oy kaynağı olarak görülmek yerine yönetim erkinin birlikte oluşturulacağı paydaşlar olarak algılanmak durumundadır.

Kent yaşamı, çağın gereklerine uygun olarak her an daha karmaşık hale geliyor. Bu süreçte kamu, küresel veya ulusal ölçekli sivil toplum unsurları, yerel sivil toplum aktörleri ve özel sektörün sorunlar ve çözümler konusunda daha fazla bir araya gelme ihtiyacı oluşuyor. Bu gerçek, yeni “demokratik kurumsallaşma” ihtiyaçlarını da birlikte getiriyor. Bu ihtiyacı karşılamak üzere oluşmuş ilk süreçlerden birisi olan kent konseyleri ise henüz hayal kırıklığından öteye geçemedi. Bu haliyle kent konseylerinin siyasetin değişik kanatlarının güç ve üstünlük arayış alanları haline geldiğini görmekten üzülüyoruz. Bu güdük kent konseyi yaklaşımı, yerel olarak geliştirilmiş yeni yaratıcı mekanizmalarla desteklenmelidir. Bu da öncelikle yereldeki aktörlerin görevidir.

Yerel yönetimlerin oluşmasında ve işleyişinde sivil toplumun birincil aktör olarak yer almasının zamanı geldi. Eğer siyaset, yetkin ve paylaşımcı hizmet konusunda gerçekçi ve dürüst ise bunun ispatı niteliğindeki adımlarını görmeyi bekliyoruz.

Güncel Haberleri