-Biri akıl veriyor: “Madem poşet paralı. O halde marketler para ile sattıkları poşetlerin üzerine isimlerini yazmasınlar kardeşim! Ben paramla niçin o marketin reklamını yapacağım ki? O yüzden paralı poşetlerin üzerinde baskılı reklam olmasın”
-Başka biri başka bir akıl veriyor: “Marketten alışverişinizi yapın. Parayla poşetinizi de alın. Alışveriş fişini atmayın. Aldıklarınızı eve koyduktan sonra poşeti fişle birlikte ötürüp iade edin. Tüketici kanununa göre satın alınan bir mal 7 gün içinde fişi ile birlikte iade edilebilir”
-Bir başka biri bir başka akıl veriyor: “Yeni yasa çevreyi koruma açısından son derece olumlu. Poşetlerin par ile satılması da doğru. Ancak, satılan poşetlerin parası doğrudan bir havuzda toplanmalı ve çevre projelerinde kullanılmalı. Böyle olunca vatandaş da poşete vermiş olduğu paraya pek acımaz”
-Bir başkası da “Poşetler para ile satılınca doğayı kirletmiyor mu? Tamamen yasaklansın” diyor…
Biri destekliyor uygulamayı…
Diğeri büyük tepki gösteriyor…
Biri “Ne olacak canım 25 kuruş değil mi sonuçta” diyor.
Diğeri:” Poşetten de para mı alınır” diye eleştiriyor…
Biri “çevre kurtulacaksa yapılsın” derken, diğeri “İyi de biz çöpü nereye koyucağız” diye feryat ediyor…
Sonuç olarak…
öylesine bir gündem oldu ki şu poşet meselesi, günlerdir poşetle yatıp poşetle kalkar olduk…
Bu arada…
Asıl gündem olacak konular yine arkadan sessizce geçip gidiyor iyi mi?
....
Her şey bir porselen bardak için mi?
Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı.
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.
Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı.
Derin bir nefes aldı ve ;
“Biliyor musunuz ne düşünüyorum? " diye sordu,
"Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum.
Tek bir fark vardı ; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu.
Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu.
Beni önce bir otele götürmüşlerdi.
Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı.
Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı.
Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.
özel bir kapıdan içeri almışlardı.
çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi.
Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim."
Eski bakan derin bir nefes aldı,
seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti
"Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum." bir an durdu ve sonra
" Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum. Beni hava alanında kimse karşılamadı.
Otele taksi ile geldim.
Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim.
Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile.
Sonra da bulabildiğim yerde oturdum.
Canım kahve istedi ve görevliye sordum;
bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi.
Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum."
Seyirci gülmeye başlamıştı.
"Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu.
Benim asıl bardağım işte bu."
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi.
Alkışlar bitince de şunları söyledi ;
"Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir.
Size ait değildir.
Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler.
çünkü aslında layık olduğunuz hep kağıt bardaktır...”
Bu yazıyı okuduktan sonra bir makam koltuğunu işgal etme adına kendini paralayan en azından bir düzine isim geldi aklımıza…
“Acaba?” dedik kendi kendimize, “İşi bu yönüyle hiç tartıp düşündüler mi? ‘Değer mi değmez mi’ diye kafalarında hiç muhakeme yaptılar mı?” diye düşündük uzun süre…
“Porselen bardakla içilen kahvenin bu kadar mı ayrıcalığı var?” sorusunu sorduk.
Ne dersiniz?
Not-Bu arada okumak isterseniz, yukarıdaki metin Simon Sinek'in "Leaders eat last"
(Liderler en son yer) kitabından alıntı.
.....
Küçük kazıklar daha çok acı veriyor galiba…
2018'de yıllık enflasyon yüzde 20,3 olmuş…
Kuru soğan bir yılda yüzde 184 zamlanmış…
Salça yüzde 91, Patates yüzde 75, bebek maması yüzde 68, Karnıbahar yüzde 67, Kuru üzüm yüzde 62, Pırasa yüzde 61, Sivri biber yüzde 57 zamlanmış.
Ketçapta ve yeşil soğanda yüzde 55, tahinde yüzde 52, kekte yüzde 44, patlıcan, çarliston biber ve margarinde yüzde 43, armutta yüzde 42 fiyat artışı görmüş…
Rakı fiyatı yüzde 40, şarap fiyatı yüzde 28, viski ve bira fiyatı yüzde 26 artmış.
Yeni yılla birlikte, Motorlu taşıtlar vergisi (MTV) yüzde 15.9 zamlandı. çevre Yasası kapsamında verilecek idari para cezalarında ise artış yüzde 23.73 oldu.
Zeytinden peynire, doğalgaz’dan akaryakıta, kısaca iğneden ipliğe, hem de önemli oranda zam geldi.
2019 yılında da, özellikle de 31 Mart tarihi’nde yapılacak olan seçimler sonrası zam furyasının devam edeceği konuşuluyor.
Hal ve durum böyleyken, çok ilginçtir, hak arasında, uygulamaya konulan market poşetlerinin 25 kuruşa satılacağına ilişkin karar infial yaratıyor.
Vatandaş, önceden bedavaya aldığı poşetlerin 25 kuruşa satılma kararına büyük bir tepki gösteriyor.
Ne diyelim?
Demek ki küçük kazıklar daha çok ve büyük acı veriyor olsa gerek…
.....
Biraz da
gülmek lazım
Geç saatte bardan çıkan Temel, yanında yeni tanıştığı sevgilisi ile Beyoğlu'nda yürümeye başladılar. İthal malı pahalı iç çamaşırları satan bir mağazanın önünde durdular. Sevgilisi, mağazanın vitrinini görünce cilveleşti: - Bunlardan istiyorum... Temel lafı ikiletmeden cebinden kocaman bir tuğla çıkardı ve vitrine fırlattı... Vitrinden bir tomar külot ve sutyen alıp , sevgilisine verdi. Yürümeye devam ettiler. Kız bu defa bir kürkçünün önünde durdu ve mankenin üzerindeki vizonu gösterdi: - Onu da istiyorum... Temel, elini cebine attı, bir tuğla daha çıkardı ve vitrine fırlattı. Bir kaç dakika sonra vizon kürk kızın sırtındaydı. Yürümeye devam ettiler. kız, bir kuyumcunun önünde durdu. Vitrindeki zümrüt kolyeyi gösterdi: - Onu da istiyorum... Temel, yine elini cebine attı ve bir tuğla parçası daha çıkardı, vitrine fırlattı. Ve sevgilisinin istediği zümrüt kolyeyi kendi elleriyle boynuna taktı. Yürüdüler... Kız bir oto galerisinin önünde durdu bu kez. Son model BMW'yi göstererek ve de kırıtarak: - Onu da istiyorum... Temel öfkeyle kıza döndü:
- Eee, yeter artuk! - Senun isteklerun pitmeyecek.Sanki penum tuğla fabrikam mi var sanaysun?