Hem hayattan, hem insanlardan, hem de hiç bitmeyen koşuşturmadan artık hepimiz çok yorulduk. Sabahın ilk ışıklarıyla başlayan telaşın, gecenin sessizliğinde bile zihnimizi bırakmayan yüklerin arasında savrulup durduk. Bir şeyleri yoluna koymak için çabaladık hep. İyi niyetle, inançla, sabırla bekledik.
Ama dönüp arkamıza baktığımızda, geriye koca bir yorgunluk kaldı sadece ve o acı cümle döküldü dudaklarımızdan pek çoğumuzun: “Hiçbir şeye değmedi…”
Belki de sorun bizdeydi. Çünkü hep “değer” aradık. Niyeydi peki tüm bunlar? İyiliğimizin, emeğimizin, sevgimizin bir karşılığı olmalı sandık.
İnsana dokunmanın, güzel şeyler söylemenin, dürüst kalmanın bir gün mutlaka karşılık bulacağına inandık.
Ama hayat bazen öyle bir ayna tutuyor ki insana orada gördüğün sadece kendi çaban oluyor ne yazıkki. Ne teşekkür eden, takdir eden var, ne hatırlayan…
Bu çağda insanlar artık hissetmekten çok görünmekle meşgul sanki. Birileri için değer artık emeğin, sevginin yada samimiyetin değil; sosyal medyadaki takipçi sayısının, gösterişin, parıltının ölçüsünde belirleniyor. Yaptığın iyiliğin bile ispatı isteniyor; yoksa görünmez oluyorsun birden birileri için. Ve sen tüm bu gürültünün içinde sessizce tükeniyorsun. Tükenip, sanki bittiğini hissediyorsun.
Yorulduk evet… Kırılmamak için alttan almaktan, kırmamak için susmaktan, anlamayanlara hep birşeyleri anlatmaya çalışmaktan, her defasında “belki bu kez olur” diye umut etmekten yorulduk. Bir şeyleri düzeltmek isterken, kendimizi kaybettik adeta. Birilerinin gözünde iyi görünmek uğruna, kendi iç huzurumuzu unuttuk. Ama belki de mesele, gerçekten değip değmemesi de değildi. Belki mesele, hala bu kadar içten, bu kadar inanarak mücadele edebilmemizdi. Çünkü eğer tüm bu yorgunluğa rağmen hala üzülüyorsak ve umursuyorsak demekki hala kalbimiz taşlaşmamıştı. İnsan kalabilmiştik, ne mutlu bize… Ve belki her şeye rağmen en büyük değer de tam olarak buydu, kıymeti hiçbir zaman bilinmese de, kimbilir…