BBP Genel Başkanı Mustafa Destici Eskişehir’de konuştu

Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Dost Dernekler Federasyonu’nun bir etkinliğine katıldı. Destici katıldığı etkinlikte Eskişehir ve Türkiye gündemine dair açıklamalarda bulundu.
Eskişehir’in 1980’e kadar olan gelişimini ayrı 1980’den sonraki durumunu ayrı değerlendirmek gerektiğini kaydeden Destici, 1980’e kadar, Cumhuriyet dönemiyle birlikte Eskişehir gerçekten Türkiye’de kalkınma hamlesinde öncelikli illerden bir tanesi olduğunu kaydetti.
Destici, “Sanayileşme noktasında öncelikli illerden biri olmuş. Ben 1979-1980’li yıllarda lisede okurken, coğrafya kitabında ne yazıyordu? Eskişehir, Türkiye’nin nüfus olarak 7’nci, sanayi olarak 6’ncı büyük şehriydi. Yani Türkiye’nin en büyük 6’ncı sanayi şehriydi Eskişehir. Maalesef 1980’den sonra bir duraksama dönemine girdi. Şu anda 20. sıralarda olduğunu biliyorum. İnşallah daha geriye gitmemiştir. Ama son yıllarda bir hamle var. Özellikle üretimde, ihracatta, sanayide, katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesinde bir artış var. Geçtiğimiz günlerde Sanayi Odası Başkanımızla ve diğer sanayicilerimizle yaptığımız görüşmelerde elde ettiğimiz veriler, indekslerin bize verdiği neticeler bunu gösteriyor. İnşallah bu artarak, yukarıya doğru devam eder. Eskişehir aynı zamanda bir tarım şehri. Özellikle merkezinden biraz dışarıya çıktığınızda zaten tarımla karşı karşıya kalıyorsunuz. Verimli topraklar belli oranda, zaten ilçelere gittiğinizde tamamen tarım ve hayvancılık olduğunu çok açık ve net görürsünüz. Bizim ilçelerimizin hiçbirisinde maalesef ciddi anlamda organize sanayiler yok, yani üretim yok. Bunu da sağlamalıyız. Sanayiyi ilçelere de, Eskişehir’in bütününe yaymak zorundayız. Gerekirse, bu konuda özellikle belli ilçeler seçilerek, bunların cazibe merkezi olarak ilan edilmesi ve öncelikli sanayi bölgeleri arasına alınması noktasında girişimlerimizi hızlandırmak zorundayız. İlçelerimizin nüfusunu en azından bundan sonra orada tutabilmek adına bu hamlelere büyük ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu yıl çiftçilerimizin iki büyük sıkıntısı var: biri don, diğeri kuraklık. Bu nedenle tarıma en büyük önceliği vermemiz gerekiyor. Çünkü savaşlar ve pandemi bize şunu gösterdi: Bir ülke şu üç alanda kendi kendine yetmek zorundadır. Birincisi gıda, ikincisi ilaç ve aşı, üçüncüsü de savunma sanayii. Dolayısıyla tarıma “ne verdik, ne aldık” diye bakamayız. Çiftçi öyle bakabilir, çünkü emeğinin karşılığını almak istiyor. Ama ülke olarak bakamayız. Biz üretmek zorundayız. Tarımı, çiftçiyi, tarım üreticisini desteklemek zorundayız” diye konuştu.
“Çiftçilerimizin Kredileri Bir Yıl Süreyle Ertelensin”
Bu sene don ve kuraklıktan dolayı hasadın çok düşük olduğunu aktaran Destici ülke genelinde verim sıkıntısı olmadığını bu durumunda ekili alanın çoğaldığını kaydetti. Destici, “Geçtiğimiz yıl Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir çağrısı olmuştu: “Her yeri ekin.” Hatta nadaslar bile ekildi bu sene. O anlamda rekolte açısından bir sıkıntı yok. Ama çiftçinin sıkıntısı var. Fazla ekmiş ama emeğinin karşılığını alamamış. Hatta hiç alamayanlar var. Burada iki sıkıntı öne çıkıyor, Birincisi; bu don ve kuraklıktan dolayı verim düşük olduğu için çiftçi, Ziraat Bankası ya da diğer bankalara olan borcunu ödeme güçlüğü içinde. Buradan çağrımız, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na: Özellikle çiftçilerimizin bu kredileri bir yıl süreyle, çok düşük faizli, tarım kredilerine uygulanan faizle ertelensin. Ama bu ertelendi diye yeni verilecek hibeler ya da krediler azaltılmasın, iptal edilmesin. Aksine artarak devam etmeli. İkinci bir şikâyetleri daha var: TARSİM. Diyelim ki sigorta yapıyor bunlara, dona ve kuraklığa karşı. Sigorta yaparken parsel bazlı sigorta yapıyor. Yani tarlanın başına geliyor, burayı sigorta ediyor. Ama zarar tespitine geldiğinde köy bazlı yapıyor. Çiftçilerimiz diyor ki: Geliyorlar, köyde bir-iki tarlayı seçiyorlar, ona bakıp hepsiyle ilgili karar veriyorlar. Bu olmaz ki. Nasıl ki her araç ayrı sigorta ediliyorsa, her ev ayrı sigorta ediliyorsa; tarımda da böyle olmalı. Düşünün; bir mahallede yangın çıkmış. Sizin eviniz yanmış, birkaç ev daha yanmış. Sigorta şirketi geliyor, mahallenin başka sağlam iki evine bakıyor, “Yangın yok” diyor. Tarımdaki uygulama da aynen bu. Don vurmamış veya kuraklık olmamış bir-iki tarlaya bakıyor, “Burada kuraklık yok” diyor. Ama sigorta yaparken parsel bazlı yapıyorsun, parasını alıyorsun. O zaman zarar tespitinde de parsel bazlı yapacaksın” sözlerini kaydetti.
“Bu Memlekette Hiç Mi Denetim Yok”
kamu işçilerinin toplu sözleşme sürecine dair de değerlendirmelerde bulunan Destici, “Burada da binlerce, hatta on binlerce kamu işçisi var. Biz şu anda yılın altıncı ayındayız. Kamu işçileri hâlâ toplu sözleşme görüşmesi yapıyor. Bu teklif iki yıl için veriliyor. Dört altı aylık dönem var, 2025’in birinci ve ikinci altı ayı, 2026’nın birinci ve ikinci altı ayı. Biz 2025’in birinci altı ayının sonundayız. Bugün 27 Haziran. Hâlâ ocaktan itibaren geçerli olacak bu zamla ilgili anlaşma sağlanamamış. Bu yanlış. Bu sürecin yılbaşından önce yapılması lazım ki işçi ocakta zamlı maaşını alabilsin. Ama altı ay geçmiş, henüz anlaşma yok. Bu yanlış bir uygulama. Yılbaşından önce yapılır, ocakta işçi zamlı maaşını alır. Şimdi ne oluyor? Ocakta alması gereken zammı altı ay sonra alıyor. Yani bu fark altı ayda eriyor. Yaklaşık yüzde 16-17’lik bir enflasyon var ilk altı ayda, bu da maaşın erimesi demek. Peki ne teklif ediliyor? Birinci altı ay için yüzde 16, ikinci altı ay için yüzde 8, üçüncü altı ay için yüzde 6, dördüncü altı ay için yüzde 5. Bence bunlar doğru değil. Doğru olan nedir? Evet, enflasyon farkı verilir, ama bunun üzerine en az yüzde 10 refah payı da verilmelidir. Çünkü açıklanan enflasyonla, çarşının, pazarın enflasyonu aynı değil. İşin doğrusu bu yani. Kirazın 500 liraya satıldığı bir yerde neyi konuşuyoruz biz? Neyi konuşuyoruz? Şimdi öyle bir fırsatçılık var ki,Bu kirazı 500 liraya satan bunu 400 liraya mı mal etti? Hayır! Fazla muhalefet etmeye gerek yok, bu kiraz tarlada 30 liraya mal oldu. Sen çiftçiden 40 liraya alıyorsun, ama tüketici bunu 400-500 liraya alıyor. Şimdi ben şunu sormak istiyorum: Bu memlekette hiç mi denetim yok? Gidersin kardeşim, sorarsın. Kaça satıyorsun bunu? Ben geçtiğimiz yıllarda Karadeniz’in bir ilçesinde, Çaykur’un çay fabrikasının hemen yanında, 100 metre içinde üç markete girdim. Aynı çay markası birer kiloluk paket, üç markette üç farklı fiyattır. Bu nasıl olabilir? Denetimci gidecek kardeşim, diyecek ki “Çıkar alış faturanı.” Kaça aldın sen bunu? Diyelim ki halden 40 liraya aldın, hal de sana 100 liraya sattı. 100 liraya aldığın bir ürünü sen nasıl 500 liraya satıyorsun? Diyeceksin bir tokat gibi, sert bir tepki koyacaksın ortaya. O dükkânı ya kapatacaksın ya da o tezgâhı yıkacaksın. Bu kadar net. Devletin görevi burada başlıyor. Vatandaşın hakkını korumak, fırsatçılığa göz açtırmamak zorundasın. Çünkü bu insanlar zaten geçim derdinde. Sen hâlâ bu insanın cebindekine göz dikiyorsan, o zaman devletin görevi seni durdurmaktır” şeklinde konuştu.
Kaynak: Haber Merkezi