Ayaklara tutsak olmak

Önceki yıllarda alışverişe çıkmaktan hoşlanmadığımı sanırdım. Ne zaman elime bir alışveriş pusulası tutuşturulsa, hayatın daha kolay olduğu günlerde bir markete gider ve çabucak listeyi tamamlamaya çalışırdım. Sorsalar, kitap vs. gibi kendi ilgi konularım dışında alışveriş merakım olmadığını söylerdim. Ama şimdilerde bakıyorum da; ayaklarım market denen dükkânlara iyiden iyiye alıştı. Bir şey almayacak olsam da kendimi rafların arasında buluverdiğim zamanlar oluyor. Demek ki; çağın tüketim dalgalarından kurtulmak pek kolay değil.

Benim gibi siz de sakin bir yaşamınız olduğunu düşünebilirsiniz. Ama şöyle bir çevrenize baktığınızda; ne denli yoğun etkileme kampanyaları ve bunların yarattığı her türden gürültü ile kuşatılmış olduğunuzu fark edeceksiniz. Adeta günlük faaliyetlerimiz, bizim dışımızda oluşmuş bu gürültülü saldırılara göre oluşuyor. Ne giymemiz, ne yememiz, ne içmemiz, nasıl eğleneceğimiz, parayı nereden bulacağımız veya nasıl mutlu ve özgür olacağımızı bize belletmeye çalışan bir kuşatma altındayız.

Sanki yaklaşık son yarım yüzyılda mutluluk ve özgürlüğün tanımları değişmiş gibi… Her iki tanım da daha fazla tüketime endekslenmiş sanki. ‘Ne tüketeceğimizi seçerek özgür ve daha fazla tüketerek mutlu olmaya’ çalışıyoruz.

Son yarım yüzyıl şeklindeki tespitime bakarak, buna itirazlar olabilir. “1980’li yıllardan önce de tüketim anlayışı, tatmin ve mutluluk üzerine kurgulanmamış mıydı?” şeklinde sorular muhtemeldir. Son yarım yüzyılla daha öncesi arasında ciddi bir fark var. 1980 öncesi dönemde dünya ekonomisi, –gerçek veya sahte– ihtiyaçları karşılamak üzere mal ve hizmetleri üretiyor ve yeniden üretiyordu. Son yarım yüzyılda ise kütlesel üretimin yanında yeni ihtiyaç üretimi felsefesi eklendi. Dünya ekonomisi artık sadece ticari emtiayı değil, aynı zamanda ihtiyaçları da üretiyor ve yeniden üretiyor. Böylece sınırsız tüketimin önündeki engeller kalkmış oluyor. Tüketmek için daima yeni, yepyeni mal ve hizmetler var.

Eğer ekonomi öncelikle sınırsız tüketim üzerine kurgulanırsa, üreticiler ve satıcılar açısından çözülmesi gereken birkaç sorun var demektir. Birincisi; insanların daha fazla tüketmeye ikna edilmesi ve yönlendirilmesi. İkincisi ise yoğun üretimi destekleyecek olan aşırı tüketimin oluşmasını sağlayacak araç ve mekanizmaların oluşturulması.

Artık; başta TV kanalları ve Internet olmak üzere üreticilerin ve satıcıların –kuşkusuz onların paydaşlarının– çok sayıda tanıtım, reklâm ve propaganda araçları var. Bir kitapçı dükkânını gezerseniz, raflarda iletişim, pazarlama, satışçılık ve reklâmla ilgili çok fazla sayıda kitabın bulunduğunu göreceksiniz. Tüketimi destekleyecek mekanizmalar, hem donanım hem de yol-yordam ve felsefe olarak çok büyük hızla gelişiyor.

Diğer yandan ticaretin içerik yanında biçim olarak da değiştiğini gözlüyoruz. Küçük bakkal dükkânları, minik tekel bayileri, baba dostu terziler, semt fırınları, mahalle manavları büyük bir hızla tarihin tozlu sayfaları arasında yer almaya başladılar. İnşaat işlerindeki gelişme, hiç de bilişim ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemenin gerisinde kalmadı. Her doğan yeni günde yakın çevremizde yeni bir alışveriş merkezi veya kampanyalı, indirimli satış yapan bir outlet (fabrika satış) mağazası görmeye alıştık. Bu yapılar, tüketicilere sadece alışveriş yapma imkânı sunmuyor; yeme-içme, gezme ve eğlenme gibi başka ihtiyaçların karşılanması için de yeni bir yapay dünya takdim ediyor.

Öyle görünüyor ki; bu tüketim temposuyla gelirimiz ve ‘sözüm ona’ ihtiyaçlarımız arasındaki uçurum her gün biraz daha fazla büyüyecek. Bugün kredi kartları ile yarattığımız ‘sanal gelir kaynakları’ bile gelecekte yeterli olmayabilir. Sanırım, nereye gittiğimizi durup düşünmenin zamanı çoktan geldi. Eh, ben de beni market vb. gibi yerlere sürükleyen ayaklarıma daha fazla hâkim olmalıyım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi