Bağımsız yaşam derken

János Hugo Bruno "Hans" Selye (kısaca Hans Selye), 1907-1982 yılları arasında yaşamış Kanadalı bir endokrinoloji (iç salgı bilimi) uzmanıdır. Kendisi özellikle genel uyum sendromu adlı stresin organizmada ne gibi etkileri olduğunu inceleyen bir kuram sahibi bilim insanı olarak tanınır. Onu ‘stresin babası’ olarak tanımlayan bilimsel çevreler hiç de az değildir.

Bu yazıda Selye’yi anmamın şöyle bir nedeni var. Selye, insanın kendisini çevresinden ve ilişkilerinden kopararak –güya ‘bağımsız’ yaşamaya çalışmasını kanser hücresinin gelişim davranışına benzetiyor. Şöyle bir tasviri var bu konuda: “Kanser hücresinin başlıca özelliği, yalnızca kendini düşünmesidir. Dolayısıyla ev sahibi organizmanın diğer kısımlarından beslenerek onu öldürene kadar gelişir. Böylece biyolojik anlamda intihar etmiş olur. Çünkü bir kanser hücresi insafsız, bencilce gelişmeye başladığı bedenin dışında yaşayamaz.

Her Şey İçinde” olarak tanımlanan bir tatile gittiniz mi? Hani; yemeğin açık büfe olduğu, tatilcinin her istediğini ücret ödemeden alabildiği bir tatile… Ya da açık büfe yemek verilen bir otelde kalmış olabilirsiniz. Normal olarak yüzüne bakmayacağımız yiyecekleri tabağımıza tıka basa doldurduğumuz türden açık büfeleri… Muhtemelen bizi böyle davranmaya iten temel güdü, her şeyin tadına bir çırpıda bakıvermek ve bu nedenle mutlu olmayı beklemektir.

Hâlbuki açık büfedeki pek çok şeyi tabağımıza doldurup lezzetlerini birbirine karıştırdığımızda; sadece kendini düşünen kanser hücresi gibi oluyoruz. Her şeyi bir anda yemek istediğimiz için –tüm lezzetler kısacık bir zaman diliminde birbirine karıştığında, sonuçta tat alamadığımız bir yemek yemiş oluyoruz. Her şeyi almak adına lezzeti yitiriyoruz. Bu arada tabağımıza doldurduklarımızın bir kısmını yiyemediğimiz için çöpe dönüştüğünü de unutmamalıyız.

Örneği geliştireyim. Eğer yemek için ayrılmış kısa bir zaman diliminde pek çok şey yemek isterseniz, bu durumda her yiyeceği aceleye getirmeniz gerekir. Çoğu zaman günlük yaşamımızda da çok sayıda lezzeti elde etmek için, ‘yaşamı aceleye getirdiğimizin’ farkında bile olamıyoruz. Böylece yaşam, ‘tadını çıkarmanın’ çok ötesine geçerek anlamsız bir koşuşturma haline dönüşüyor. Gece olup başımızı yastığa koyduğumuzda –ki koyabiliyorsak eğer, o günün önemli lezzetini hatırlamakta zorluk çekiyoruz. Kendimize “Bana bugüne hatırlatacak ne yaptım?” sorusunun cevabı, gece saatlerinde bulutlarla kaplı gökyüzünün karanlığında bir yıldız aramaya dönüşüyor.

Çoğu zaman kolaycılık ve hız talebi, insani yaşamın özünün önüne geçiyor. Bir başka örnek olarak üniversite vb. seçme sınavlarını verebilirim. Çoktan seçmeli sınav yapmanın mantığı nedir? Daha çok insanı daha kısa sürede –seçmek adına– elemek değil mi? Bazen bir a veya b ya da c cevabı için çok değerli bir kaynağı –gelecekte çok başarılı olabilecek bir insanı, hız ve kolaycılık nedeniyle eğitimin, hatta yaşamın çöplüğüne atıveriyoruz. Yaşamda başarılı olması beklenen bir insanın, çoktan seçmeli bir sınavda da başarılı olması gerektiği gibi evrensel bir kural var mı? Hiç sanmam. Burada bir yanlış ilişkilendirme var gibi…

İşin özü şu ki; öğrenmeyi de aceleye getiriyoruz. Okullarımız, dünya bilgi ve görgüsünü yaşamımıza indirgemek yerine, üstünden köpüğünün tadına varmayı öğretiyor. Anlamlı ve geliştirici sohbetlerin yerini bile, Internet ortamında ya da cep telefonlarıyla yapılan ‘geyik muhabbetleri’ almadı mı? Artık kimsenin bir dost meclisinde derin sohbete ayıracak zamanı yok sanki… Mevcut olan da, ‘ağzı olanın konuştuğu’ bir ortamın ötesine geçmiyor.

Sevmeyi de aceleye getiriyoruz. Dar zamanlarda sevginin büyüsünü yakalamaya çalışıyoruz. O da çoğu zaman ‘bizim sevgimiz’ yerine ‘benim ilişkim’ haline dönüşüyor. Bir ilişkinin bir bağımlılık olduğunu unutup kendi başımıza bir ilişki yaşamaya çalışıyoruz. Sadece bir duygusal konuda değil, ‘bağımsızlık’ adını verdiğimiz kendi başınalığımız, neredeyse yaşamımızın her noktasını işgal etmiş gibi… Bireysel bağımsızlık adına yapılan bu ilgisiz ve kayıtsız davranış modelinin bizi cennete götürmeyeceğine kuşku yok. Yolun sonuna gelmeden fark edilmesinde yarar var sanki.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi