Beğeni ve Aşk Üzerine


Bu sıralar bir ‘haz temelli beğeni’ curcunası sürüp gidiyor. Öyle ki, sıklıkla beğeni ile aşk karıştırılır oldu. Çoğu zaman beğeni ya da hayranlık, aşk sanılıyor. Beğeni veya hayranlık üzerine kurulmuş duygusal ilişkilerin sonu beni asla şaşırtmıyor. Her zaman beklenen olumsuz son ile bitiyor.

Aşk, bir kâğıttan kayığın hızlı akan suda yüzmesi gibidir. Aşk ateşine düşmüş olan da bu kayığın dümencisi… Ortalıkta bir dümen vardır ama kayığı yönetmek mümkün değildir. Heyecan ve korku arası bir duygu içinde bilinmeyen bir geleceğe doğru savrulur gider insan. Sonunda ya sakin sulara varılır ya da karşıya çıkan bir kaya parçası nedeniyle devrilir kayık. Devrilen kayıktan kurtulup normal yaşama dönmek ise doğrusu biraz zaman alır.

Eğer aradığınız gerçekten aşk ise kendinize sormanız gereken bazı ciddi sorular olduğunu düşünüyorum. Örneğin ilişki içinde olduğunuz veya olmayı ümit ettiğiniz kişiye bakışınızda saygı var mı? Bu soruyu rahatlıkla “Evet, var” diye cevaplayabilmelisiniz. Soruyu bu biçimde cevaplamada tekliyorsanız her şeyi yeniden düşünmenizi öneririm. Saygı üzerine temellenmemiş aşk olamaz. Saygı, aşkın olmazsa olmazıdır.

Onu gerçekten beğendiğinizi kendinize açıklıkla söyleyebilmelisiniz. “Evet, beğendiğim O’dur” veya “O, beğendiğimdir” diyebilmelisiniz. Bazen kafamızda yarattığımız bir sevgili imajı ile karşımızdaki insanı özdeşleştiririz. Bir çakışma olmadığı halde devekuşu gibi kafamızı kuma gömer, gerçekleri görmek istemeyiz. Beğeni duygumuzdan emin olmak, aşkın bir diğer gerek koşuludur.

O’nunla geleceği hayal etmelisiniz. Sizin beklentilerinizle onun varlığı çakışıyor mu? O’nunla güzel bir gelecek yaşamak sizi mutlu edebilir mi? Bunu gerçekten ister misiniz? Bu sorulara vereceğiniz cevaplar, bu ilişkide sizin ne denli yere sağlam bastığınız konunda size ipuçları verecektir. Kafanızda onu sorgulamayı isterseniz, bu soruları kendinize bakarak onun adına da cevaplayabilirsiniz. Olumsuz cevaplar verseniz bile hoş ve öğretici bir fikir jimnastiği olacağından eminim.

Pek çok arkadaşımın kendi ilişkileri hakkında anlattıklarından öğrendiğim önemli bir nokta var: Sağlıklı bir aşk ilişkisinde taraflar birbirlerini eşitler olarak kabul ederler. Gerçek aşk ilişkisinde kişiler birbirlerini aşağılayıp hor görmezler, birbirlerini kendi terazilerinde rasgele tartmaya çalışmazlar. Doğru ilişki, bireylerin karşılıklı olarak birbirlerinin özelliklerini doğru tanıyıp kabul etmeyi, içine sindirmeyi gerektirir. ‘Müstakbel değişim beklentileri’ üzerine kurulmuş ilişkilerin sağlıklı yürümediği, uzun sürmediği gözlemlerle sabittir.

Aşkın en önemli özelliklerinden biri, bir heyecan üreteci olmasıdır. Heyecansız bir ilişkinin aşk olabileceği kanaatinde değilim. Burada heyecan olarak sözünü ettiğim duygu, basit anlamda şehvet duygusu değil. Karşılıklı sevgi ve ilginin getirdiği doğal bir heyecan süreci… Bu nedenle sevdiğiniz insana hangi sevgi sözcükleriyle neyi söylerseniz söyleyin; ama söylediğiniz aşkın gerektirdiği heyecanı içermeli, derim.

Gezinti hem eğlenceli hem de öğreticidir. Kırda, kentte gezmek kadar aklın ve kalbin derinliklerinde de kısa gezintiler yaparak pek çok yeni şey öğreniriz. Bir kütüphanedeki kitaplar arasında dolaşmak ve birkaç kitap karıştırmak en az bir kitabı baştan sona okumak kadar yararlıdır.

Belli bir kavram konusunda farklı fikir ve duyguları dinlemek veya okumak da böyle bir etki yapar. Adeta siyah ve beyazın farkını görerek ilgili kavramı çok daha iyi anlar ve kavrarız.

Aşk da üzerine çok farklı bakış açıları geliştirilmiş kavramlardan biridir. Aşkı evrenin merkezine koyanlardan onu asla ciddiye almayanlara, bir karamsarlık bataklığında boğulanlardan aşkı yaşam sevinci yapanlara kadar çok değişik görüşler vardır.

18’inci yüzyılda yaşamış olan Fransız şair ve yazar Antoine Bret’in ilginç bir yaklaşımı var. “Aşkın ilk soluğu, aklın son soluğudur” diyor. Bir anlamda akılla aşkı karşı saflara koyan bir yaklaşım... Hem âşık hem de akıllı olunabilir mi, düşünmeye değer doğrusu.

Aşk ve akıl arasında bir karşı duruş olduğu konusunda kanı yaygın olmalı ki, ünlü halk ozanı Âşık Veysel de “Aşk meyinden içen âşık ayılmaz” diye kurmuş dizelerinden bir tanesini. Pek çok söz ustası tarafından aşk, bir sarhoşluk olarak algılanıyor. En azından esriklik diye özetlediğimiz gönül sarhoşluğu olarak.

Aşkın, akıl süreçlerinden daha farklı olarak naif, kendiliğinden ve farklı bir yönü olmasına katılırım. İngiliz matematikçi ve düşünür Bertrand Russel’ın sözleri arasında sanki bu fikri buldum. “Aşk, özgür ve kendiliğinden olduğu zaman yeşerir ancak; ödev gibi düşünülmeye başladı mı öldü gitti demektir” diyor ünlü filozof.

Kesin olan bir şey var. Goethe’nin dediği gibi “aşk, ... her çeşit bağı çözüp kendi bağlarını kuruyor”. İnsanın algılarından dünyaya ve yaşama dokunuşuna kadar pek çok unsuru kökten değiştiriyor. Aşktan sonra asla aşktan önceki gibi olmuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi