Bireysel Tembellik ve Toplumsal Yorgunluk

İnsanın değişme güdüsü, pek çok özelliği gibi kafasının içinde olan bir unsurdur. Aynı biçimde değişime direnme de, çocukluktan başlayarak öğrenip içimize sindirdiğimiz bir niteliktir. Eğer değişmemekten veya içinde yaşadığımız koşulların değişmemesinden şikâyet ediyorsak, öncelikle bunun nedenlerini kendi içimizde aramamız gerekir.


 


Değişimin önündeki engellerin birincisi, yeniliğin bir risk ortamı yaratmasıdır. Risk durumlarında ayaklarımızın yerden kesildiğini hissederiz. Değişmek, alıştığımız durumdan kopmak ve muhtemelen daha az bilinene doğru bir adım atmak olduğundan, kendimizi güvensiz bir iklimde buluruz. Bu nedenle; insanlar, riski ve tehlike olasılığını ilk gördüklerinde, eski alışkanlıklarına sarılmak üzere geri dönmeyi tercih ederler. Genel olarak; kazancın kaynağının risk olduğu unutulur; risk olmadan kazanç olmayacağı gözden kaçırılır. Belirsizliğin yarattığı korku, benliğimize egemen olur ve bizi yönetmeye başlar. Bu nedenle siyaset, riski sevmez.


 


Siyasette değişik çalışma tarzlarını benimsememek, aynı zamanda risk almamak anlamına gelir. Alışılmış bir tarz-ı siyaset vardır ve bu modele uygun davranarak kişiler ve kuruluşlar, sakin sularda yol almaya çalışırlar. örneğin siyasi muhalefet, insanların ve kuruluşların risk almaları gereken bir durumdur. Hâlbuki pek çok siyasi unsur, sert muhalefeti kendi dışında tutarak sistemle uzlaşma içinde kalmayı tercih ederler.


 


Tembellik


İnsanın temel özelliklerinde birisi, tembelliğin çekiciliğidir. Daha durağan durumlar, pek çok insana heyecan yaratan, hareketli ortamlardan daha çekici gelir. Tembellik ve alışkanlıklar, adeta insanın ikiz kardeş özellikleri gibidir. Alışkanlıklar rahatlık verir. Rahatlık ise devamında daha yoğun biçimde bir değişim tembelliğine yol açar. Yeni ufuklara açılmak isteyen bir kişi veya kuruluşun, öncelikle alışkanlığın yarattığı rahatlıktan kurtulması gerekir.


 


ülkemizde ve ilimizde siyaset yapmanın alışılmış bir tarzı vardır. Siyasiler, yeni yaklaşım ve teknikler bulmak için çaba harcamayı gereksiz bulur. çünkü siyaset yaparken alışageldikleri miktardan daha fazla emek ve kaynak harcamak istemezler. Yeniliği denemek, alışılmışın rahatlığını terk etmek anlamına gelir.


 


İşi aslı; tüm arızi şikâyetlere rağmen siyaset dünyası, içinde bulunduğu koşullardan ve değerler sisteminden memnundur. Değişimi arzu etmemesinin arkasında; alışkanlıklarından vazgeçememesi ve risk almak istememesi kadar varolan rant sisteminden hoşnutluğu da vardır. Bu hoşnutluktur ki; zamanla siyaset etiğinin kaybolmasına neden olur. Bugün görünen manzara da budur. Siyasetçi, rantiye sistemden memnudur; değişmesi için kılını dahi kıpırdatmamaktadır.


 


Değişimin Maliyeti


Değişimin bir maliyeti vardır. Bu maliyetin abartılması klasik siyasetçinin özelliklerinden birisidir. Değişim için harcanacak kaynaklar aşırı derecede abartılarak statükonun devam etmesinin önüne geçilir. Hemen hemen tüm siyasi kuruluşlarda eğitim, yayın, ar-ge ve kurumsallaşma için harcanacak kaynaklar fazla ve gereksiz bulunur.


 


Değişime ön ayak olmak, aynı zamanda eleştirilere odak olma olasılığını da artırır. Dolayısıyla değişimden uzak durularak eleştiri ve çatışmadan kaçınma kolaycılığı da siyasi sistemimizin içsel bir özelliğidir. Kabul edilen genel görüşe göre; tartışmayan ve çatışmayan siyasetçi, en makbul siyasetçidir. Siyasi kuruluşlar ve lobiler, siyasetçinin çatışmayanını severler.


 


Kat maliki, apartman yönetim toplantısına katılmayı gereksiz bulur. çünkü nasıl olsa birileri karar alacak ve o da karara uyacaktır. Buna “beleşçi motivasyonu” diyebiliriz. Siyasi kuruluşun eğitim ve değişim etkinlikleri de böyledir. Bu tür çalışmalar, genelde “sen, ben ve bizim oğlanla bizim kıza” kalır.


 


Anomi ve Mediokrite


Bu tepkisizliği ve ataleti doğru kavramamız ve açıklayabilmemiz gerekiyor. Anlaşılan o ki; toplumun pek çok bölümünün, sorunların çözülebileceğine ve sistemin iyileşebileceğine olan inançları giderek azalıyor. Sistem, sanki kâğıttan kuleler her an yıkılıverecekmiş gibi; sosyal nefes almaktan bile ürker olduk. Buna “toplumsal yorgunluk (anomi)” diyesim geliyor ama toplumun hangi nedenle yorulmuş olduğunu da açıklamak kolay değil. Sanırım; insanlar yaşamlarını kazanmak için ve gününü kazanma yarışından kopmamak için üstün bir gayret içindeler. Bu mücadelenin verdiği yorgunlukla yaşamın daha geniş alanlarında neyin olup bittiğine fazlaca dikkat edemiyorlar.


 


Toplumsal olaylara karşı duyarsızlığa ve kayıtsızlığa teknik olarak “mediokrite” adı verilir. Mediokrite ortamlarında toplumun davranış modeli durağanlaşır. Yurttaşlar ve kuruluşlar olarak, toplumsal konular hakkında görüş bildirmekten bilinçli olarak uzak durulur; bireysel çıkar beklentilerinin de etkisiyle yanlışlar ifade edilmez ve yorum yapılmaz; çekimser kalma eğilimleri hızla yükselir. Bu tür ortamlarda değişim, kamu veya sivil kesimler tarafından ortaya konsa da, değişimin toplumsal yaşama içsellemesi gerçekleşmez. Yaşadığımız bu dönemde saydığım unsurların neredeyse tamamını izliyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi