Bize ait olan ve olmayan

İnsanın öğrenme yaklaşımının altında karşılaştırmalar yapmak var. İnsan, yaşam çevresinde gördükleri ve yaşadıklarını birbirleri ile karşılaştırarak aynılık, karşıtlık veya benzerlik gibi ilişki kalıplarını öğrenir. Karşılaştırmaya katılan her yeni olay veya nesne, insanın yaşam hakkındaki bilgisini biraz daha zenginleştirir. Karşılaştırmanın imkânsız olduğunu düşündüğümüz durumlarda bile insan, karşılaştırma yapmak için uygun nesne, olay veya kavramlar bulur, hatta düşünsel olarak yaratır.

İnsan beyni yaramaz bir çocuk gibidir. Bilgi sahibi olmadığı konularda önceden bildiklerine bağlı olarak bazı modeller ve yargılar üretir. Bu yargıların içinde olumlu-olumsuz, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi değer yargıları (hatta ön yargılar) bulunur. Ön yargılardan, saplantılardan ve takıntılardan kurtulmanın yolu ise yaşam hakkında daha fazla bilgilenmektir. Bilgi edinmenin ve dolayısıyla özgür öğrenmenin insanı ön yargılardan kurtarıcı önemli bir özelliği vardır.

İnsanın beyazı öğrenmek için siyahı da öğrenmesi gerekir. Ama siyahı öğrenmek yerine siyahla ilgili ön yargılar ve kalıplaşmış modellerle yetinirse, beyaz hakkında öğrendikleri de muhtemelen hatalı olacaktır. Demode bir tartışma olmakla birlikte bir başka örnek vermek isterim. Siyaset alanında sol düşünceyi öğrenmek isteyen kişinin, tarafsızlıkla sağ düşünceyi de okuyup araştırmayı istemesi gerekir. Örneğe devamla; kişinin böyle bir süreçte sağ düşünceyi, sol görüşü benimsemiş düşünür ve yazarlardan olduğu kadar; sağ düşünceye sahip uzmanların bakış açılarından da incelemesi gerekir. Ancak objektif bir yaklaşım böyle geniş açılı bir çalışma süreci ile öğrenilebilir. Sadece solu okuyarak sol, sadece sağı okuyarak sağ düşünce yeterli ve doğru biçimde öğrenilemez. İnsanın evreni, doğayı ve yaşamı öğrenme tarzının esası karşılaştırmalar (kıyaslamalar) yapmaktır.

Ne yazık ki bu olgu, dar düşünce kalıplarına sıkıştırılmış ve sistem olarak sorgulama yerine ezberi tercih eden toplumlarda uygulama şansı bulmaz. Birincisi; neyin doğru olduğuna devlet veya genel anlamda büyükler karar verir. Vatandaşlara veya ilgili topluluğun bireylerine büyükler tarafından iyi-doğru-güzel diye sunulanı ezberlemek düşer. İkincisi; iyi-doğru-güzel diye sunulanın dışındakilerin; tehlikeli, zararlı ve yasak olduğu gene yöneticiler ve büyükler tarafından diğerlerine belletilir. Böyle bir çerçevede araştırma yapmanın ve sorgulamanın imkânı kalmadığından yekpare, fanatik ve at gözlüklü bir toplum yapısı oluşur.

Yukarıda anlattığım türden bir toplum yapısı varsa; burada anlamlar ve değerler de kesimler arasında kesin çizgilerle paylaştırılmış haldedir. Örneğin Necip Fazıl bir sosyal kesime, Sezai Karakoç toplumun bir başka bölümüne ve Nazım Hikmet bir diğer vatandaş grubuna ait olur. Bu tercihlerden birini yapan, diğerini değersiz, anlamsız, olumsuz ve hatta tehlikeli bulur. Böylece sanattan düşünceye, ekonomiden yaşam biçimine kadar her sosyal unsur, paylaşılmış ve kategorileştirilmiş –daha doğrusu ötekileştirilmiş olur. Bizimki gibi toplumlarda böyle oluşturulmuş kastlar vardır ama sadece bunların mevcudiyeti ile ilgili ‘itiraflar’ eksiktir.

Bugün geldiğimiz noktada toplumun farklı düşünce, kültür ve inanç kesimlerinde birkaç belirgin eğilim var. ‘Dinozor’ diye adlandırabileceğimiz bir kesim var ki, hâlâ farklı düşüncelerin varlığına, yaşam hakkına ve sürdürülebilirliğine tahammülü yok. Sağ adına sağ-olmayanı, sol adına sol-olmayanı, İslam adına dindar-olmayanı, laiklik adına dindar-olanı, velhasıl kendilerinden olmayan her şeyi reddediyor. Bir kesim var ki, dünya yıkılsa umurunda değil; soygun veya tüketim temelli dünyalarında kendi çıkarlarının peşinde. Son olarak; bir başka kesim var ki, geçmişte edindikleri ezberi bozmanın zamanının geldiğini düşünerek dün ihmal ettiklerini bugün dikkate almaya ve geçmişte öğrenmediklerini bugün okuyup araştırmaya çalışıyor.

Köklerini tarihte bulan ve farklılıklara sahip olan çok kültürlü bir toplumsal yapımız var. Vatandaşlar ve kuruluşlar olarak bu yapıya uygun düşünsel yaklaşımlara ve davranış modellerine yönelmemiz gereğini kavramamız gerekiyor. Bu sürecin ilk eldeki anahtar kavramları ise saygı, hoşgörü ve empatidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi