Diyelim ki Bayram…

Önümüzdeki çarşamba, bayramın ilk günü... “Komşun aç iken sen tok yatmamalısın” diye öğüt veren İslam dininin iki kutsal bayramından biri... İnançları ne olursa olsun, bu ülkede yaşayan insanlar olarak bu bayramın, barış fikri ve kardeşlik duyguları yanında bize hatırlattığı diğer önemli noktalar sosyal dayanışma ve yoksullukla mücadele olmalı.

Geri dönüp baktığımda, dünyada ne zorlu bir yaşama –hatta hayatta kalma savaşının sürdüğünü, her alanda rekabetin keskinleştiğini ve her geçen gün üste çıkmak için yeni yol ve yordamların icat edildiğini görüyorum. Ekonomik ve sosyal yönden güçlü olanlar, bu savaşlardan ufak tefek sıyrıklarla –muhtemelen daha da yükselerek kurtulurken yoksul ve güçsüzler, çarklar arasında sıkışıp yok olmaya devam ediyorlar.

Yoksulluk, dünya yaşamını risk eden en önemli tehditlerden biri... Toplam nüfusun yüzde 75’i, dolaylı ve dolaysız yollardan bu olumsuzluktan etkileniyor.

Yoksulluğun birinci dereceden ilgili olduğu gerçek ise gelir dağılımının adaletsizliği… Bu nedenle bu sorunun çözümünü üstlenmesi gereken kurumların başında devlet geliyor. Devletin, gelir dağılımında iyileştirmeler yapmak ve yoksullukla mücadele etmek için elinde güçlü silahları var. Ya da “istediğinde bu silahlar olabilir” diyelim. Ama kısa vadede mucize bir kurtuluş da beklememek gerekli.

Nedir devletin elindeki araçlar? Örneğin gelir vergisi aracını düşünebiliriz. Uygun düzenlemeler yapılması ve denetlenmesi koşuluyla gelir vergisi uygun bir araç olarak kullanılabilir. Eğer devlet, gelir vergisini yoksul vatandaşlara kendini taşıtmak için semer olarak kullanmak fikrinden vazgeçerse önemli adımlar atılabilir.

Yoksulluğu yok etmek için gerekli yol, zaten bilinmektedir. Bu, en kısa yoldan yeni iş alan ve imkânları yaratmaktır.

İş dendiğinde genelde insanların ücretli çalıştıkları işletmeler anlaşılır. Belki de yoksullukla mücadelenin handikaplarından biri budur. Endüstriyel sektörlerin iş gücünden kaçarak teknolojiye yöneldiği bir dönemde yüksek istihdam sağlayan iş yerlerinin açılmasını beklemek biraz hayalcilik olur. Hele ki, işgücünün giderek daha nitelikli olması gereği gelişirken, yoksul insanların eğitim alabilme koşullarının ağırlaştığını da görmemiz gerekir. Artık sıradan bir işgören olmak da kolay değil. Ciddi düzeyde eğitimler, diploma ve sertifikasyonlar gerekiyor.

Yoksullukla mücadelenin geneli ilgilendiren makro, yereli ilgilendiren mikro boyutları var. Ama her iki boyutta da dikkate alınması gereken, başta kadınlar olmak üzere yoksulları işgören olmaktan çok, kendi işinin sahibi yapabilmek olmalı. Buna bir tür “serbest iş” diyebiliriz.

Bu işin üzerindeki gelir vergisi ve prim yükü –belli zaman dilimleri için dahi olsa hafifletilmiş olmalı. Devletin, bu konu üzerindeki en ciddi katkısı, buna ilişkin mevzuat düzenlemeleri yapmak olur.

Bir yanıyla yoksulluk, yerel (mikro) bir sorun sayılır. Bu nedenle yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının da bu konuda mücadeleye –iş ortamı hazırlama süreçlerine katılması gerekir.

Bayram haftasını tatil yapmakla hallolan bir şey yok. İşin özü; bayram, kurbanlık hayvanın bir bölümünü ailecek yiyip bir kısmını da zaten durumu uygun olan konu komşuya dağıtmakla da olmuyor. Şimdi komşuluk alanı genişledi. Memlekette nerede aç yatan bir kişi varsa onun acısını içimizde duyup elimizi taşın altına koymamız gerekli…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi