Herkesin kendi sivil toplumu var

Sivil toplum olgusu daha yaygın bilinmeye başladıkça, bir problem de bu süreçle birlikte genişliyor. Bu sorunu zaman zaman “Her sosyal/siyasal kesimin kendi sivil toplumu var” şeklinde ifade ettiğimi hatırlayacaksınız. Sivil toplum kavramının tanımı tarih içinde değişime uğradı. Bugün geçmişten hayli farklı bir tanımı var. Ama üzerinde anlaşılmış bir tanımın varlığından söz etmemiz zor…

Günümüzde özellikle sivil toplum alanında çalışan kurum ve kuruluşlara işaret etmek amacıyla farklı ifadeler kullanılıyor. Sivil toplum kuruluşu (STK) yanında demokratik kitle örgütü, üçüncü sektör kuruluşu, gönüllü kuruluş, kâr amaçlı olmayan kuruluş veya hükümet dışı kuruluş gibi ifadeler kullanılıyor. Bunların eşdeğer ifadelermiş gibi kullanılması yanlışın en önemli kaynaklarından birisini ansıtıyor. Aslında bu ifadelerin her birinin altında farklı bir ideolojik algı ve söylem var. Muhtemelen sivil toplum dediğimiz olguyu bunların hepsinin toplamı olarak düşünmek gerekir.

Sorun, böylesine bir çeşitliliğin olmasından dolayı değil; her ideolojik kesimin kendi sivil toplum algısını tek ve eşsiz tanım olarak dayatmaya kalkmasından kaynaklanan bir problem var. Örneğin üçüncü sektör iddiasında olanlar, sivil toplumu bir anlamda devletin payandası olarak öngörüyorlar; toplumun sivil bölümünü yeni bir ekonomik alan olarak öne sürüyorlar. Demokratik kitle örgütü algısı ise daha çok 12 Eylül öncesine ait ikincil siyasal örgüt tarzında bir yapılanmayı ifade ediyor. Bu tanımı laik – ulusalcı kesimler daha sıklıkla kullanıyorlar.

Kâr amaçlı olmayan kuruluş algısının ise tamamen sivil toplum alanı içinde kaldığını söyleyemeyiz. Örneğin devletin, yerel yönetimlerin ve yarı kamu niteliğindeki kurumların da kâr amaçlı olmayan uzantıları olabilir. Hükümet dışı kuruluş ifadesi ise Batı liberalizminin bir uzantısı olarak İngilizceden çevrilmiş bir tanımlamadan ibaret…

Gelelim gönüllü kuruluş meselesine. İnsan bugünkü sivil toplum kuruluşlarına bakınca; içinden “Bu ülkede ne kadar az gönüllü var?” diye sorası geliyor. Gerçekten mevcut sivil toplum kuruluşlarının büyük çoğunluğu üye ve gönüllü sayısı, çalışmalara aktif katılım oranı, faaliyet çeşitliliği ve derinliği ile kendi kaynağını üretme açısından dibe vurmuş gibi görünüyor.

Kâğıt üzerinde birkaç yüz dolayında üyesi görünen pek çok STK’nın aktif katılımcı sayısı beşi, onu geçmiyor. Pek çok örnekte yönetim kurulunun tam katılım ile toplanamadığını, pek çok STK’nın kapısının bile açılmadığını biliyoruz. Bu zafiyetin ve ataletin pek çok nedeni var. Ama bunlardan bir tanesi bugün sivil toplum hareketinin dinamizmini ve kitleselleşmesini engelliyor.

Yakın çevremizdeki sivil toplum hareketinin bu önemli problemini –biraz da latife katarak– ‘dinozor işgali’ olarak isimlendiriyorum. Manzarayı ise derneğin kapısında duran bir dinozorun kimseyi içeri sokmayışına benzetiyorum. Gerçekten pek çok STK, bazı kariyerist ve bencil kişilerin ‘eğlence alanı’ haline gelmiş. Kendilerinden başka hiç kimsenin orada bulunmasına tahammül edemiyorlar. Böylece herkesin kendi sivil toplumu olmasının bir adım ötesine geçilerek ‘her dinozorun kendi STK’sı’ mertebesine erişiliyor.

Başka bir açıdan bakarsanız; bu dinozorların bazılarının gerçekten fedakârlık ve çalışkanlık özellikleri olabiliyor. Ama her işi kendileri yapmaya kalkarak bir yandan kitleselleşmenin önünde duruyorlar, diğer yandan da kendi egolarını tatmin etme pahasına yeni insanların harekete katkı koymasına engel oluyorlar. Hele bunların yeni insanları STK’ya dâhil etmekteki isteksizlik ve beceriksizliklerini –başka kesimleri suçlayarak- örtmeye çalışmalarını hastalıklı olmak bir yana gülünç buluyorum.

Özetle; kitlesel, demokratik ve katılımcı olmayan bir sivil toplum hareketinin ne vatandaşa, ne halka ne de ülkeye üç kuruluşluk katkısı olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi