Hukuka Güven

Son yıllarda kamunun kurumsal yapısı, toplumun önemli bir bölümünün genel kanaati olarak güven kaybediyor. Bu kayıpta adaletten güvenliğe, ordudan medyaya, iktidardan muhalefete herkes kendine düşen payı alıyor. Ama bu tespitin üzerinde iyi düşünülmesi gereken yanı, hukukun bir sistem olarak kamuoyu gözünde puan kaybetmesidir. Çünkü bir ülkede toplumun tamamını ilgilendiren kurumlar arasında hukuk ilk sıralarda gelir. Hukukun üstünlüğünün önemi de bu olgudan kaynaklanır.

Hukuk, bireyler ve onların oluşturduğu toplumla ilgili bir kavramdır. İnsanların topluluklar olarak birlikte yaşama durumları ortaya çıktıktan sonra gündeme gelmiş. Bu nedenle basitçe söylendiğinde sosyal yaşamda adaleti sağlama fonksiyonunu tanımlamak üzere üretilmiş. Genel kabul görmüş bir tanım yapmaya çalışırsak; hukuk, toplumun gene yararını ve iyiliği ile onu oluşturan kişi ve kurumlar arasında adaleti sağlamak üzere konulmuş ve devlet gücüyle desteklenen hak, kural ve kanunlar bütünüdür.

Hukuk, toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütününe verilen isimdir. Bu tanımı, hukuka olan güvenin azalması ile eşlediğimizde; karşımıza şöyle bir sosyal manzara çıkar. Hukuka olan güvenin azalması, toplumun düzenlenmesi konusunda kuşkuların artması demektir. Bir başka deyişle; toplumu oluşturan yurttaşların düzenli bir sosyal yaşamın geleceğine ilişkin inancı azalmaktadır. Bu durum, toplumun farklı kesimlerinin bir arada yaşayabilmesinin –örneğin çok kültürlülüğün önüne yeni engeller çıkıyor anlamına gelir.

Hukuku tanımlayan bir diğer unsur; hukukun, devletin yaptırım gücü konusunda bir meşruiyet oluşturmasıdır. Bu çerçevede yurttaşlar devleti kendilerinden kapsam ve görev olarak ‘büyük’ ama her bireye eş uzaklıkta düşünmek isterler. Devletin vatandaşlar arasında ayırım yapmadığını varsayarlar.

En azından; başta anayasa olmak üzere devleti yaptırım için meşru kılan yasalar, yasama kurumu tarafından bu anlayışla düzenlenmeye çalışılır. Eğer hukuka olan güven azalıyorsa, bu durumda devlete ve onun yaptırım kullanma konusundaki meşruiyetine ilişkin kuşkular oluşmaya başlamış demektir. Dolayısıyla bireyler, devletin kurum ve kuruluşlarının davranışlarında ‘bizden ve öteki’ şeklinde yanlı davrandığı konusunda görüş geliştirmeye başlarlar.

Hukukun en çok yara aldığı dönemler, yürütmenin –yani iktidarın hukuksal süreçlere gizli veya açık olarak müdahale ettiği zamanlardır. Söz konusu müdahale, kimi zaman siyasal yandaşlık, bazen maddi çıkar, kimi durumlarda da iç veya dış ‘mahalle baskısı’ ile olur. Eğer hukuka yapılan müdahale ile yurttaşların gözünde ‘çifte standart algısı’ oluşursa, bu kez sosyal adaletin ve tabii kişisel hak arayışının sağlanması için yasal olmayan başka yollara başvurulmaya çalışılır.

Kimi zaman hukukla ilgili ‘çifte standart’ algısını, toplumun hiza önderi diyebileceğimiz okumuşları ile medya mensupları yaratıyor. Hukukun, dolayısıyla yasaların ‘entelektüel (!) çevrelerde’ yorumlaması, çoğu zaman davaya muhatap kişi veya kuruluşun ‘bizden olup olmadığına’ göre yorumlanıyor. İktidarda bu sürecin dışında kalmıyor. Örneğin; bir meselede demokrasi mağdurunu oynayan iktidar, üniversite bir başkasında doğrudan müdahaleden veya mahalle baskısından elini eksik etmiyor. İşin özeti şu: Ülkemizin hukuk sistemi ile övünebilmek için, yapacak daha çok iş var çok…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi