Kent de Kısıtlı Kaynaktır

İktisadı tanımlarken; kısıtlı kaynakların sınırsız ihtiyaçları karşılamak amacıyla kullanılması anlayışından söz edilir. Kaynakların kısıtlılığı ile insan ihtiyaçlarının sınırsızlığı arasındaki çelişkinin iktisadın doğmasına neden olduğu söylenir.


 


Hatta dünyada kısıtlı olarak bulunan işlenmiş kaynaklar da “iktisadi mallar” olarak anılır. Derler ki; eski zamanlarda hava ve su, bugünkü sorunlu durumuna sahip olmadığından iktisadın konusuna girmezmiş. Her geçen gün giderek azalan temiz havanın ve kullanılabilir suyun değerini daha iyi anlıyoruz.


 


Bir kurumuş ağaç parçası düşünün. Onun en çok işe yarayacağı alanlardan birisi, sobada / kuzinede / şöminede yakılarak ısı üretilmesidir. Odunu ateşe attığımızda onu yok ettiğimizi düşünmeyiz; çünkü odunun ateşte yanıp kül olmaktan ve bu arada ısı vermekten başkaca bir değeri yoktur bizim için.


 


Ama bir ahşap ustasının elinde aynı odun parçası bir sanat eseri haline dönüşebilir. Ustanın emeği katıldığında odun parçası yeni bir değer (sanatsal değer) elde etmiş olur. Bu noktadan sonra (bir zamanlar bir odun parçası olan) o ahşap eseri, sobada yakarak ısınmak istemeyiz. Onun bizim açımızdan özel bir anlamı vardır artık. Heryerde bulunabilen sıradan bir odun parçası, böylece sanatsal değeri olan bir kısıtlı kaynak haline dönüşmüştür.


 


Kente de böyle bakmamız gerekir. Kent, binaları yapmak için kullanılan taş, toprak ve sudan daha değerli bir eserdir. Kenti, odunu ateşe atar gibi yıkıp dökerek yok edemeyiz. Yapılar, anıtlar ve yollar bir kenti oluşturduktan sonra farklı bir sosyal değer kazanırlar. İşte bu değer de onun neden koruyup kollamamız gerektiğinin açıklamasıdır.


 


Son 50 yılda yüksek doğum oranı ve durmak bilmeyen sosyal göç nedeniyle kentler, birer talan alanı haline dönüştüler. Daha yüksek binalar yapmak üzere kentin tarihini yok etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Bir paranoya halinde yıkıyor ve hepsi birbirine benzeyen çirkin yapılarla kenti bir hapishaneye çeviriyoruz.


 


Kentlerin içinde kalmış eski endüstri yapılarını yıkarak yerine dev binalar yapmak gibi bir histeriye tutulduk. Kent içinde kalmış bu alanların yükselen kent rantı, bazı sermaye sahiplerinin iştahasını kabartıyor. Talancılar, yerelden çözmediklerini Ankara’dan hallediyorlar. Eski kamu binaları açısından bakıldığında; bunlar, özelleştirip sattıklarının kendi geleceğimiz olduğunun bile farkında değiller.


 


Sadece tarihi endüstriyel yapılar ve eski kamu binaları mı? Talancıların ellerinden kurtulabilene aşk olsun! Bir dönemin tarihini yansıtan, geçmişten miras yoluyla alıp geleceğe bırakacağımız kent geleneği, kent kültürü ve geleneksel yerleşim adına ne varsa, hepsi talandan payını alıyor.


 


Geleneksel kenti yok etmenin adı pek çok yerde kentsel dönüşüm oldu. Gerçekten de geleneksel kenti yıkıp çağdaşlık adına mekânı beton yığınlarına dönüştürüyorlar. Bunların sadece yaptıkları “kitsch (kopya, özenti, taklit)” değil; bizzat ruhları da öyle…


 


Kent, kısıtlı kaynaktır. Sınırsız ve hesapsız isteklerinize, rant beklentilerine bu kaynak yetmez. Beton yığınları için geleceği yok etmeyin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi