Kraldan fazla kralcılık

Nedense palyaçoları sevmem. Bir küçük çocukken de durum böyleydi. Hiçbir zaman eğlendirici bulmamışımdır. Böyle bir önyargı taşımakla birlikte, bunun gerçek nedeni üzerinde de fazlaca düşünmedim. Belki bu palyaço figürünün; kendi tarih, gelenek ve kültürümüzle pek ilgili olmayışındandır. Aslına bakarsanız; palyaçolara karşı bu kayıtsızlığım sirklerde emeği karşılığı sanatlarını sürdürmeye çalışan güzel insanlara karşı değil. Muhtemelen daha çocukluk yaşlarımda; palyaço ile sarayda kralın şamar oğlanı ya da şakşakçısını eşlememdendir. Her zaman ve her biçimde padişahın şamar oğlanlığını ve kral şakşakçılığını sevmemişimdir. Kendimi bilebildiğim çocukluk yıllarıma geri döndüğümde de benzeri hatıralar zihnimin gözleri önüne geliyor.

Büyük bir olasılıkla Batıdan edindiğimiz bir deyim var: “Kraldan fazla kralcılık”. Ama şamar oğlanlığı veya şakşakçılık bunu aşıyor. Çevremizde öyle kişiler var ki; –incir çekirdeğini doldurmayacak bir çıkar karşılığında bir insanı, bir kurumu veya bir olayı savunmalarındaki fanatizmlerini görünce şaşırmamak mümkün değil. Bu savunu sırasında kendi geleceklerini ve yaşamlarının başka koşullar altında sürdürülebilirliğini unuttukları gibi; çoğu zaman son derece düzeysiz ve saldırgan da olabiliyorlar. Acaba bu tür davranışların arkasında –bizim küçük sandığımız ama aslında son derece karmaşık çıkar ve rant bağlantıları olabilir mi? Belki de ‘iyi sıhhatte olsunların’ karıştığı türden ilişkilerdir bunlar.

Haklarında hayırlısı olsun deyip –kıssadan hisse küçük bir hikâye anlatayım. Eski zamanlardan birinde ülkenin kralı, yakın efradı ile çarşıda dolaşmaya çıkmış. Pazardaki durumdan ülkenin halini anlamaya çalışırken yol üzerinde bir dilenci ile karşılaşmış… Perişan bir görünümü olan dilencinin gülümseyen bir yüzü ve kolayca anlaşılan neşesi varmış.

Kral, zor koşullarda yaşayabilen halka karşın gülümsemeyi başaran dilencinin halini sevmiş ve “Dile benden ne dilersin” demiş. Halkın verdiği üç beş kuruş ile geçinmeyen çalışan dilenci, krala karşı saygıdan kusur etmeden şu şaşırtıcı cevabı vermiş: “Ben kralım diye böbürlenme. Sen benim dileğimi karşılayamazsın. Hele git yoluna.

Kral beklemediği bu cevap karşısında şaşırmış ama yine de altında kalmak istememiş. Yanındaki adamlarına seslenerek, “Bu adamın çanağını altınla doldurun” emrini vermiş. Kralın maiyetindekiler, emri tekrara ihtiyaç bırakmadan bir avuç altını dilencinin çanağına bırakmışlar. Ama o kadar altın para konmasına rağmen çanak boş kalmaya devam ediyormuş. Çanağa konan altınlar sanki dipsiz bir kuyuya atılmış gibi aniden yok oluveriyorlarmış.

Kralın adamları, verilen emri yerine getirememenin paniği ile çanağa birkaç kese altın daha boşaltmışlar. Ama nafile; çanağa konan her altın sikkesi kaybolmakta ve çanak asla dolmamakta imiş… Kral, kendini bir muamma karşısında hissetmeye başlarken; maiyettekilerden birisi, bir çırpıda saraya ulaşıp hazineden birkaç torba daha altın getirmiş. Torbaları da çanağa boşaltmışlar. Ama sonuç yine aynı olmuş. Artık kral ve yanındakiler, başarısızlığı kabul etme noktasında ruhen ve duygusal olarak birleşmişler.

Kral, dilenciye “Haklıymışsın. Sana bir ders vermek isterken hüsrana uğrayan ben oldum. Şu yaşadığımızın sırrını bana açıklar mısın? Neden bu çanak dolmaz? Ne biçim bir çanaktır bu? Neden yapılmıştır?

Dilenci yine olabilen saygılı hali ile “Bu çanak; insanoğlunun açgözlülüğü, doymazlığı ve bitmez tükenmez hırsından yapılmıştır. Bir türlü dolmayışının nedeni budur. Bu çanak, ortak yaşamın bir paylaşım iklimi olması gerektiği halde bunu kavrayamayan bitmez tükenmez zavallı hırsın simgesidir. Bu hırs ve açgözlülük, öyle bir şeydir ki; gün gelir kralı dilenmeye mecbur bırakır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi