O’na sahip olmanın hafifliği

Gönlümüzden öyle geçer: “Olmuşken en iyisi olsun!” Çarşıya, pazara gittiğimizde gıda maddeleri satın alırken, hem ucuz hem taze hem de iyi olsun isteriz. Hele; en iyisi olursa keyfine diyecek olmaz. Ev almaya kalktığımızda, bir otomobil edinmek istediğimizde hep iyisini isteriz. İyi okullarda eğitim görmemiz veya iyi bir yaşamımızın olması, daima ilk sıradaki beklentilerimiz arasındadır. Kimilerimiz markalı ürünleri alıp imaj yükseltmek derdindedir. Ekonomik olarak ‘iyi halliler’ arasında sayılmak isteriz. İyiyi bir yaşamsal hedef haline getirmişken, ilişkinin hasını, sevgilinin de sonsuz sadakatlisini isteriz.

Öyle insanlar vardır ki, aşkın iyisini bulmak için en ufak bir çaba içinde olmazlar. O görkemli, yakışıklı beyaz atlı prensin aniden gelişini ya da ruhu sonsuz muhabbetle donanmış Pamuk Prenses’in ansızın dokunuşunu beklerler. Bu derin hülyadan uyandıklarında ise muhtemelen gün akşam olmuştur.

Masalı bilirsiniz. Bir büyücü cadı, yakışıklı prensi kurbağa haline dönüştürmüştür. Ancak onu güzel bir prenses öperse eski haline dönebilecektir. Bazı insanların tercihi, beyaz atlı prensi hülyalar içinde beklemektense, bulduğu kurbağaları –prense dönüştürmek üzere– öpmek şeklinde olur. Ama ne yazık ki, bu sefer de prensi bulacağım diye pek çok gerçek kurbağayı öpmek durumunda kalırlar. Ayrıca bu kadar kurbağayı öpmüş olmak da, gerçek prensin bulunacağını garanti etmez. Olsa olsa kurbağa öpme alışkanlığı yaratır.

Aşkın iyisini beklemeyi tercih edenlerin nedenlerinden biri, o sıra çevrelerindeki ‘bütün iyilerin başkaları tarafından kapılmış’ olduğu fikridir. Buna halk arasında “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” dendiğini hatırlayacaksınız.

Bazen çevrede iyi bir aşk seçeneği bulunduğunda, kişinin kafasında bazı garip kuşkular oluştuğu da doğrudur. “Eğer bu kadar ‘iyi’ bir seçenek başkaları tarafından kapılmamışsa, kesinlikle benim bilmediğim bir marazası vardır” diye düşünülür. Çoğu zaman böyle kuşkularla dertlenilirken, son gemi de limandan demir alır, gider.

Sıkça rastladığımız bir diğer örnek de şudur. Seçilen kişi, seçeneklerin en iyisi değildir. Ama –huylu huyundan vazgeçmese de– gerekli ‘değişimin’ yapılması ile ‘en iyi’ haline dönüştürülebileceği hayal edilir. Bu yaklaşım, toplumsal cinsiyet düşünüldüğünde özellikle ‘özgün bir yanılsama’ olarak ruh bilimi ve kişisel gelişim literatüründe yerini almıştır.

Bu konuda; insan ilişkileri alanında yetkin bir ruh bilim uzmanının önerisi şudur: “Eğer birlikte olduğunuz insanın –nasıl olacaksa– olgunlaştığında veya yeni ve sürekliliği olan bir iş bulduğunda veya ruhsal tedavi gördüğünde düzeleceğini sanıyorsanız, büyük bir ihtimalle ciddi bir yanlış içindesiniz. Bir an önce böyle bir ilişkiden uzaklaşmaya çalışın.” Bu uzmanın önerisini yerine getirmeye çalışabilirsiniz. Ama bu durumda da ‘yeterince hızla uzaklaşmak için bacaklarınızın gerekli güce sahip olup olamayacağı’ gibi bir sorununuz olabilir.

Ünlü Fransız romancı Victor Hugo, “Aşkın orta derecesi yoktur” der. Gerçekten pek çok aşk, en iyi olma hayal ve beklentisi ile başlar ve muhtemelen nefret ile biter. Eğer ‘orta derecede’ bir aşktan söz ediliyorsa, muhtemelen aşk ile alışkanlıklar veya basit çıkarlar karıştırılıyor olabilir. Gerçekten tükenen aşk, yağı bitmekte olan kandil gibidir. Işığını artıracak biçimde beslenmezse yavaş yavaş tükenir gider.

Bazı kişiler derler ki; aşk, hayal gücünün aklı yenmesidir. Ben de “Acaba” diye sorarım kendi kendime, “bu ifade, akılsızlığın ve aptallığın aşk beklentisiyle yüceltilmesi midir?” Aşkın iyisi, hem akıllı olsa hem de yaratıcı tahayyüle sahip olsa daha münasip olmaz mı? Olmuyorsa, yaşamı kendinize zehir etmeye de gerek yok; boş verin gitsin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi