Sevgiyi öğrenmek, bilmek, yaşamak

İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için bazı temel ihtiyaçları var. Yemek, içmek veya uyumak gibi… Ama bunlar insanı herhangi bir canlıdan ayırt etmiyor. İşin içine sevmek ve sevilmek girince; insan kimliğinin çok yönlülüğünü anlamaya başlıyoruz.

Sevgi, çocuklukta –hatta muhtemelen anne karnında– öğrenilmeye başlanıyor. Yaşamın ilk yıllarında sevginin odağında anne ve baba bulunuyor. Çocuklukta sosyal yaşamın çeşitlenmesi ile birlikte; sevgi de, anne ve babanın dışına açılarak yeni biçimler kazanıyor. Başka insanları sevmek ve başkaları tarafından sevilmek, anne-baba sevgisi yakınlığının aşılması ile elde edilir. Hiç kuşkusuz; aile içinde sevgiyi bulamayanlar için dış dünyada bu talebi karşılamaya çalışma sıkıntısını da hatırlatmak gerekir.

İki muhtemel darboğazdan söz edebiliriz. Öncelikle; çocuk, anne ve babanın ilgisizliği ve kayıtsızlığı nedeniyle sevgiyi öğrenmekte zorlanabilir. Anne veya babanın sevgisine olan özlem, bu iklimde yetişmiş bir çocuğun sonraki sevgi ilişkilerini etkiler. Kendinden yaşça büyük kişilere duygusal ilgi duyan insanların pek çoğunun, sevgi geçmişinde anne-baba ilgisizliğinin veya ebeveyne ait sevgi problemlerinin bulunması şaşırtıcı değildir.

İkinci olarak; sevginin, anne-baba sevgisinden dış dünyadaki diğer insanlara olan sevgiye doğru açılımında sorunlar olabilir. Sevgi dolu olsa bile, dar bir aile çevresinde ve fazlaca dışa açılmadan yetişmiş çocukların ileri yaşamlarında en belirgin özelliklerinin bencillik olmasının nedeni –çoğu zaman– budur.

Üçüncü bir durumun daha olduğunu bilip söylemek lazım… Kişi, sevgi ihtiyacının fark edilmesi için yeterli zamana sahip olamayabilir. Geleneksel özellikleri etkin ailelerde yetişen çocuklar, eğer çok genç yaşlarda kalıcı bir ilişkiye girmek zorunda kalırlarsa örneğin evlenirlerse, bir sevgi ihtiyacının farkına varmadan sevgisiz bir birlikteliğe adım atmış olurlar.

Anlatmaya çalıştığım çerçevede sevgisizlikten kastım, karşı cinsten bir kişi ile olması gereken duygusal iletişimin farkında olmamaktır. Farkındalık olmayan bir konuda bir ihtiyaç oluşmayacağı da açıktır. Zamanla gelişen mahkûm edici alışkanlıklar, bir sevgi ihtiyacının oluşmasına geçit vermez. Herşey, günlük akışın olağanlığı içinde sürer gider.

Ümitsizlik, içine bir çığlığın emanet bırakıldığı derin bir kuyudur. Bu çığlık, “Sevgiye ihtiyacım var” mesajını taşısa da; kuyunun karanlığı, diğer insanları uzaklaştıran bir özelliğe sahiptir. “Sevilmeyi istemekte ne var?” diyebilirsiniz. Evet; herkes sevilmeyi ister. Ama sevgi sadece bir kuyuya bırakılabilecek bir çığlık değildir. Sevgi, herkesin kendi adımını attığı bir karşılıklı yürüyüştür. Kendi adımını atmak ise bir kuyuya çığlık emanet etmekten daha fazla bir ‘şeydir’.

Sevgi, bir yaşam biçimidir. Bu nedenle yaşamın zorlukları ve engelleri sevgi içeren bir yaşamda da vardır. Kimi zaman bu zorlukların aşılması zaman ve emek ister. Sevgi ihtiyacını hissetmek, bu uzun zorlu yolun sadece ilk adımıdır.

İşin sırrı şudur. Temel ihtiyaçlarımız var. Bunları tatmin etmeden yaşanmıyor. Ama sevgisiz bir yaşam da insani bir yaşam olmuyor. İnsan olmanın keyfi, sevmekte ve sevilmekte…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi