Sivil toplum, cemaatler ve demokrasi

1980’li yıllardan bu yana; yaşadığımız bölgedeki gelişmeler, yeni soruları –hatta sorunları gündeme getirdi. Bunlardan önemli bazıları, cemaatlerle sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) karşı karşıya veya yan yana geldikleri ara yüze ilişkin olanlardır. Bu bağlamda pek çok soru sorabiliriz: Cemaatler STK sayılır mı? Cemaatlere mensup insanların kurdukları STK’ları nasıl anlamak ve değerlendirmek gerekir? Sivil toplum tanımına uyumu konusunda soru ve kuşku yaratmayan STK’ların, cemaatlere ve yalnız cemaat mensubu insanların üye oldukları STK’lara yaklaşımı ne olmalıdır?

Bu soruları, dayandıkları ideolojiye bağlı olarak ‘kabul veya ret’ şeklinde kolayca cevaplayan görüşler var. Bir grup, cemaatlerin adının anılmasından bile rahatsız oluyor. Bir diğer grup ise cemaatleri kendi yaşamlarının bir parçası olarak özümsediğinden sorulara olumlu cevaplar veriyorlar. Hiç kuşkusuz; bu iki ana kanattan başka farklı görüşte olanlar da var.

Cemaatler ve sivil toplum ilişkisini yorumlamak için 12 Eylül 1980 öncesindeki sivil toplum yapılanmasına bir göz atmakta yarar görürüm. Bu dönemde dernek, vakıf veya demokratik kitle örgütü (DKÖ) olarak anılan STK’lar birkaç kategori halinde mevcuttular. Birinci grupta herhangi bir siyasi angajmanı olmayan ve sadece kendi sivil amaçları yönünde çalışma yapan dernek ve vakıflar yer alıyordu. İkinci grupta belli bir siyasi görüşün, zamanla yönetimine hâkim olduğu STK’lar vardı. Üçüncü grupta ise genelde radikal siyasi kanatlardan biri tarafından kurulmuş ve ancak ilgili görüşe sahip olan kişilerin üye veya gönüllü olarak katıldığı STK’lar bulunuyordu.

12 Eylül öncesinde –özellikle ikinci ve üçüncü grupta yer alan STK’lar; sağ veya sol ayrımı olmaksızın, yasal mevzuatın izin vermediği durumlarda ‘ikincil siyasi örgütler’ veya bazı ‘radikal siyasi görüşlerin arka bahçesi’ olarak görev yapmaktaydı. Bu dönemde bu tür dernek ve vakıflarda üye olarak bulunmanın veya yönetici olarak görev almanın mantığı, öncelikle sahip olunan siyasi görüşün bu kuruluşlarda yaygınlaşması idi. Yönetimi ve üye tabanı elde tutulan kuruluşun, malum siyasi görüşün bir simgesi olmasına gayret edilirdi. Buralarda sivil, katılımcı, paylaşımcı, işbirlikçi ve demokrat olmaktan çok, katılımcıların ‘bizden’ olması ve yapılan işlerin ‘bize yazması’ görüşü hâkimdi. Dolayısıyla kuruluşta savunucusu olduğu siyasi görüşü en iyi temsil eden ve temel ideolojiye bağlılığında kusur göstermeyen yöneticiler ve üyeler makbul addedilirdi.

12 Eylül öncesinin ‘siyasi’ sivil toplum kuruluşlarındaki referans noktası, o örgütte yönetimi elinde tutan veya bizzat örgütü kurmuş olan kişilerin ortak siyasi ideolojisi idi. Sivillik, demokratlık ve katılımcılık gibi ilkeler, ancak ortak ideolojinin egemenliğinin kabulü ardından sıra alabiliyordu. Önce aynı siyasi ideolojiye sahip olunacaktı; daha sonra diğer özellikler dikkate alınabilirdi. Bugünün sivil toplum anlayışı ise referans noktası olarak katılım ve demokrasi gibi ilkeleri esas almayı öngörüyor.

Bir başka deyişle; insanlar farklı ideolojilere, dünya görüşlerine veya yaşam biçimlerine sahip olabilirler ama katılımcılık, demokratlık, paylaşımcılık, sivillik ve ayrımcılığa karşı olmak gibi temel ilkelerde anlaşabiliyorlarsa, aynı STK’nın üyesi olabilirler ve birlikte çalışabilirler. Çünkü STK, herkesin bulunabileceği bir kamusal alan tanımlamaktadır. Özetle; bir yönetici veya üyenin o kuruluşta –ideolojik veya sivil, hangi kimliği ile bulunduğu önemli…

Cemaatlerle sivil toplum kuruluşlarının ilişkisine de böyle bakmak gerekir. Cemaat mensupları tarafından kurulmuş dernek ve vakıflar olabilir. Bu kuruluşlarda –demokratik seçim, gönüllülük, devletten bağımsızlık, kâr amaçlı olmamak vb. gibi STK olmanın ilkeleri tam olarak geçerliyse onları STK sayabiliriz. Ama cemaatin bu ilkelere uymayan kendi kuralları uygulanıp yaşanıyorsa, bu durumda STK saymamız da mümkün olmaz.

Bazı cemaatlerin kimi mensuplarının sivil toplum alanında –sivil toplumcu olmaktan çok, cemaatçi tavırlarıyla var olmaya çalışmaları, sivil toplum alanındaki sorun kaynaklarından birini oluşturuyor. Bu durumda da sivil toplum alanı, bir kamusal alan olmaktan çıkıp bir siyasal iktidar mücadelesi alanına dönüşüyor. Bu, sivil toplum lehine çözerek aşmamız gereken bir durumdur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi