Sokağın kadrolu kedisi

Kentte bir yerden bir başka yere yürüyerek giderken, zihnimi meşgul eden bir şeyler yoksa çevreye dikkat etmeye çalışırım. Kimi zaman akıl gözüm, kendi içime dönmüş olur; böyle bir durumda içe yoğunlaştığımdan dünya yıkılsa çevremi hissetmeyebilirim. Ama üzerime giyindiğim çözülesi bir problem olmadığında çevremi izlemekten gerçek bir haz alırım. Sokakların, caddelerin veya yapıların o zaman kadar dikkat etmediğim özelliklerini keşfetmek hoşuma gider. Böyle bir zamanda yaşadığım apartmanın kapı önünün ‘kadrolu’ kedisinin ne kadar güzel bir canlı olduğunu fark etmeyi severim. İyi bir ruh halinde iken sokağımızda yaşayan insanları, bir kez daha keşfetmek ne büyük bir keyiftir.

Kapı önünün ‘kadrolu’ kedisi daima oradadır. Her zaman O’dur ve oradadır. Onu zararlı bir yaratık olarak görüp kovalamayı isteyebilirim. Veya onu sokağımıza renk ve canlılık veren bir canlı olarak görüp sevgiyle anlamlandırabilirim. Her zaman O ve orada olanı, olumlu ve olumsuz olarak değerleme duygu ve düşüncesi bana aittir. İşte; bu nedenle dünyayı, çevremi, insanları ve dolayısıyla canlı yaşamın tamamını anlamlandırma yetisine sahip olmayı seviyorum. Sevgi dediğimiz duygunun kendisi de bu anlamlandırmadan kaynaklanıyor.

Sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü ve empatiyi yaratan anlamlandırma yetimizin dara düştüğü zamanlar var. Özellikle bir sorunu, terleten bir yorgan gibi üstümüze büründüğümüzde; bir insan olarak bizi farklılaştıran anlamlandırma yetkinliğimizi de yitirmiş gibi oluyoruz. Günlük yaşamın hercümerci içinde problemlere gereğinden fazla yoğunlaşarak yaşamımızı ve çevremizi anlamlandırma fırsatını da kaçırıyoruz.

Aynen, zihnimi didikleyen bir sorun varken burnumun ucunu bile görmediğim gibi; sorunları abartıp aşırı önemsediğimizde yaşama yeni anlamlar katıp zenginleştirme yaratıcılığını da yitiriyoruz. Sorunların cenderesine girmiş bir duygu ve düşünce dünyası, her alanda çok daha az yaratıcı oluyor. Bu daralma ile başlayan sarmal, yaşamı olumsuzluklar, çatışmalar ve sevgisizlikler yönünde körüklüyor. Henüz sabah olurken iç dünyamıza ve hatta çevremize adeta yoğun kış gecelerinin soğuğu ve karanlığı çöküyor.

Yaşamı anlamlandırmadaki yaratıcılık zafiyeti, sadece sorunlara bağlı olarak oluşmuyor. Kimi zaman güncel ve sıradan şartlara fazlaca uyum göstermemiz, üstün yaratıcılık becerilerimizi köreltmemize yol açıyor. Örneğin çok fazla TV’ye angaje bir yaşam, bunun ilk elde aklıma gelen örneklerinden biri... Keza bilgisayarın ve İnternet’in ‘başarıyla’ yaşamımıza şırınga ettiği sığlık da benzer etkiler yaratıyor. Sakın ola ki; bu sözlerimle bilişim konusunu olumsuzladığım sonucu çıkarılmaya… Dile getirmek istediğim nokta, bu teknolojinin insan yaşamını zenginleştirecek biçimde kullanılmayışıdır. Bilgisayar alanına emek vermiş bir insan olarak; bu alanı kullanış biçimimizin hâlâ düşünsel ve duygusal zenginleşme değil; kısırlaşma, sığlaşma ve dezenformasyon yönünde olduğunu söylemeliyim.

Bilişimden söz etmişken; bilgi konusuna da değineyim. İnsanın bilgi birikiminin yüksek olması, yaşamı doğru anlamlandırma yetkinliğine işaret etmez. Sadece biriktirilen ama özümsenmeyen bilgi, kimi zaman insanın anlamlandırma yaratıcılığının körelmesine neden olur. Sadece bilgi depolayarak yaşamın gizemini yakalamaya ve kendi anlamlılığını oluşturmaya çalışan kişi, giderek kopyacı, taklitçi, ezberci ve hatta kitscholma bataklığına düşer. Bilgi, insanın yaşam ve davranış modelini geliştirmesine etki yapmalıdır. Bunu başarmada yararlı olmayan bilginin ezber olmaktan öte anlamı yoktur.

Yaşamınızda yeni değerler bulabilecek, anlamlar üretebilecek gücü ve enerjiyi yakalayabilmenizi diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi