
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Anlayış ve davranışı devam ettirsinler yeter!
Bundan yaklaşık 35 yıl kadar öncesiydi.
İstanbul’da yaşayan bir arkadaşımızın yanına gitmiştik.
Arkadaşımız "Seni öyle bir yere götüreceğim ki" diyerek almıştı bizi.
Moda’da bir kafe tarzı bir yere götürdü.
Meğer o kafeye genç kızlar da gidiyor ve oyun oynuyormuş.
Arkadaşımız, bizim bu görüntü karşısında şaşıracağımızı zannetmiş olmalı ki, gayet doğal karşılamamız üzerine biraz şaşırdı.
Durumu anladığımızda izah etmek zorunda kalmış ve:
-"Genç kızların kafe’ye gidip okey oynamaları benim için yeni bir şey değil. çünkü Eskişehir’de bu alışık olduğumuz bir durum” demiştik.
Zira…
Eskişehir’de o yıllarda bir-ikisi üniversite yakınında, bir-ikisi de Porsuk sahilinde olmak üzere 4- 5 civarı Kafe vardı.
Ve bu kafelerin müşterisi olan öğrencilerin büyük bölümü de kız öğrencilerdi.
Dahası…
Eskişehir halkı bu durumu çok da yadırgamıyordu.
Diğer şehirlerde kız öğrencilerin kahvehane önünden bile geçemediği yıllarda, Eskişehir’deki kafeler kız öğrencilerin takıldığı ve bu durumdan da kimsenin rahatsız olmadığı mekânlardı anlayacağınız…
İster "marifet şimdi bu?" deyin ister “çağdaşlıkla bunun ne alakası var?” diye yorumlayın ama…
Bu konuda şehir olarak İstanbul’un bile önünden gidiyorduk.
Ve bu ortamın sağlanmasında en büyük pay kuşkusuz Anadolu üniversitesi’nin şehre sağladığı katkı ve ambiyans olmuştu.
çoğu şehirde işyerlerinin camına "öğrenci giremez" tabelaları asılıp, "kiralık" ilanlarında "öğrenciye verilmez" ibarelerinin yazıldığı yıllarda, Eskişehir’de ise öğrencinin kentteki sosyal yaşamına yönelik tam tersine bir süreç işliyordu.
Zira…
Eskişehir, üniversite öğrencilerinin rahatlıkla kiralık daire bulduğu, hemen her mekâna girip çıkabildiği, cadde ve sokaklarında rahatsız edilmeden gezebildiği, hatta gecenin bir yarısı yürüyen kız öğrencilere kimsenin dönüp de bakmadığı bir şehir oluvermişti.
Yine üzerine basa basa söyleyelim ki:
Bu ortamın sağlanmasında da en büyük katkı şüphesiz Anadolu üniversitesinindi.
Eskişehir’e sağlamış olduğu ciddi ekonomik katkı bir yana, Anadolu üniversitesinin, bu şehrin sosyal yaşamının modern bir biçimde dizayn edilmesinde önemli bir rol oynamıştı.
İşte bu şehrin hem ekonomisi, hem sosyal ve kültürel yaşamında büyük katkısının olduğuna inandığımız Anadolu üniversitesi, uzunca bir süredir yeni Rektörünü bekliyor
Bu şehir için çok büyük bir önem taşıyan Anadolu üniversitesini yönetmek için, üniversite içinden bazı isimler müracaat ederek aday oldu.
Dışarıdan da bazı isimler Anadolu üniversitesine Rektör olmak için müracaatta bulundu.
Elbette bu yarışta kimin Rektör olacağını bilmemiz mümkün değil.
Belki mevcut adaylardan birinin ataması yapılacak.
Belki de, mevcut müracaat edenlerin dışında bir isim tıpkı Osmangazi üniversitesi’nde olduğu gibi rektör olarak atanacak…
Kimin Rektör olacağının bizim açımızdan şöyle bir önemi var:
O da, atanacak Rektör’ün, başında bulunduğu kurumun katkısıyla, tıpkı dün olduğu gibi bundan sonra da Eskişehir’i diğer kentlerin önüne geçiren anlayış ve davranışların ortamını devam ettirmesi olacak…
Tıpkı…
Kurulduğu günden bu yana görev yapan tüm Rektörlerin bunu sürdürdüğü gibi…
.....
Nasıl olsa bir daha yapamayacağız…
Dövizdeki yükseliş sürüyor…
Döviz her yükseldiğinde Türk lirası eridikçe eriyor.
Her ne kadar “bize ne dolardan Euro’dan? Bizi Türk lirası ilgilendirir” dese de, piyasalarda, market ürünleri başta olmak üzere her şey zamlanıyor…
Gelen zamlar öyle ufak tefek de değil.
Yüzde 40-50 arasında zamlanan ve aralarında çoğunluğu gıda maddelerinden oluşan sayısız mal kalemleri var.
çarşı-Pazar’da durum böyleyken bir yandan da Devlet adamlarının vatandaşı tasarrufa çağırdığı ama devletin kendi içinde bir türlü tasarrufu başlatamadığı bir süreç yaşanıyor…
Hala…
Bakanların özel uçakla seyahat ettiği, müdüründen oda başkanına kadar hala makam araçlarının çarşıda-pazarda cirit attığı bir süreci yaşıyoruz…
Yaşanan tezat’a bakın ki:
Bir taraftan ekonomik krizin ayak izleri olan zamlar peş peşe gelmeye başlarken, diğer taraftan 11 milyon kişi, yani ülkede yaşayan her 8 kişiden biri 9 günlük tatili bitirip, şehrine dönüyor…
Dün bir dostumuzla bunun, yani 11 milyon kişinin, bu ekonomik ortamda, fiyatların da bu denli yüksek olduğu bir dönemde nasıl tatile gidebildiğini anlamaya çalışıp, meselenin bir tahlilini yapmaya kalktık…
Arkadaşımız “ülkede hangi davranış sağlıklı ki böyle bir ortamda tatile giden insanlardan sağlıklı bir düşünce bekliyorsun?” dedi önce…
Ardından da…
-“Bayramda tatile gitmeyip burada kalsa, önce bir kurbanlık alacak. Ardından ev halkına yeni elbiseler. Tatlısıydı, çukurlata-şekeriydi para harcayacak. Akşam olunca ailesini alıp çarşıya çıkacak. O da, burada kalarak tüm bu saydıklarımıza harcayacağı parayı tatile vermeyi tercih etmiş. Bana göre doğrusunu da yapmış.” Dedi.
Devamında ise ilginç bir tespitte bulunup:
-“O yüzden, tatile gidenler bana göre, ekonomik anlamda nasıl bir durumda olunduğunun farkına varmadıklarından değil, büyük ihtimalle bir daha tatil yapamayacağının farkına vardığı için böyle yaptı. Yoksa ekonomik anlamda işin nereye gittiğini herkes açık seçik görebiliyor” diye tamamladı sözlerini.
Gerçekten ilginç bir tespit bu…
Dostumuzun da söylediği gibi, 11 milyon insan…
Yani ülkede yaşayan her 8 kişiden biri…
9 gün tatil yapanların birçoğu yaptığı bu tatilin bedelini 9 ay boyunca ödeyecek…
Ekonomide işler yoluna girmez ise yine dostumuzun söylediği gibi bu tatil, 9 günlük o tatilden dönen 11 milyon’un büyük çoğunluğunun belki de son yapılmış tatili olacak…
.....
Başka kim olabilir ki?
Amerikalı bir psikiyatri profesörü… Adı Arnold Ludwig…
Hayatında hiç Türkiye’ye gelmemiş…
Bir kitap yazıyor. Adı King of te Mountain (Dağın Kralı)
Dünyada ülke yönetmiş politikacılarla ilgili bir kitap bu… 20’nci Yüzyıl’da dünya liderleri ile ilgili bir seri araştırmayı kapsıyor.
Dünyadaki tüm liderler arasında 2000 kişi, belli ama aynı ölçütlere göre değerlendiriliyor.
Devletleri yönetmiş Saddam’dan Kaddafi’ye, Mao’dan Roosvelt’e, De Gaulle’den Nehru’ya, Churchill’den Hitler’e, Mussolini’den Mandela’ya, Stalin’den Nasır’a kadar hepsi inceleniyor.
Kitap çalışması 18 yıl sürüyor.
Bu kapsamlı araştırma sonunda öne çıkan belli başlı 377 devlet adamı, yukarıda ifade edildiği gibi belli ölçütlere göre değerlendiriliyor.
öne çıkan liderlerin hepsine aynı olmak üzere 200 kadar değişik kıstas uygulanıyor. Bu kıstaslara göre 1’den 31’e kadar değişen puanlar verilip değerlendiriliyor.
Uygulanan testin tam adı “Political Greatness Scale” olarak tanımlanıyor ve buna göre sıralama yapılıyor.
örneğin, en çok Roosvelt ve Mao 30’ar puan almışken, Nehru’ya 25, Churchill’e 22, Kennedy’ye 15 puan veriliyor.
Sadece bir tek lider 31 puanla ilk sırayı alıyor.
Bu lider “Visionary” (ileriyi gören, öngörülü, büyük görüş gücü olan) sıfatıyla 20’nci Yüzyıl’ın en büyük devlet adamı unvanına lâyık görülüyor.
“Kim olabilir?” diye merak ettiniz haklı olarak… Evet, işte o lider devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’tür.