1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Binanın suçu ne arkadaş!

Askerlik yaptığımız ilk gün yol kenarında duran bir tank dikkatimizi çekmişti.


Yaklaşık 100 metre ileride ise aynı şekilde duran bir top…


Diğer tank ve topların her gün bakımı yapılırken, sözünü ettiğimiz bu tank ve top bakımsızlığa terk edilmişti adeta.


Merak edip sorduğumuzda, “Onlar cezalı” cevabını almıştık.


Tank, gideceği yere gidemeyip, orada stop ettiği için, top da tam görevini yapacağı sırda patlamadığı için ceza almıştı söylenenlere göre…


-“Ama bu çok mantıksız değil mi?” diye sorduğumuzda “Mantığın bittiği yerde Askerlik başlar” cevabını almıştık.


Doğru muydu? Değil miydi hala bilemiyoruz.


Ancak…


Sonrasında buna benzer pek çok hikayeler anlatılmıştı.


Cezalı Uçak, cezalı Helikopter hatta cezalı nöbet kulübesi ile ilgili çok sayıda olaylar dinlemiştik çeşitli kişilerden.


Hala askerlik sırasında objelere ceza veriliyor olduğuna emin değiliz.


Eğer söylenenler sahiden de doğru ise bu durumun büyük bir mantıksızlık olduğunu düşünüyoruz.


Askerlikte obje cezalandırmasından yola çıktık ama lafı getirmek istediğimiz konu SGK anlaşma yapmadığı için kapanma durumunda malan Gürlife Hastanesi…


Eski sahibi Fetö ile ilişkili olduğu gerekçesiyle kapanan ve uzun süre kapalı kalan hastane binasını satın alan yeni sahipleri, burayı yine Hastane olarak faaliyete geçirmek istedi.


Bunun için gerekli düzenlemeyi de yaptı.


Ancak Gürlife ismi ile faaliyete geçen hastane ile 11 aydır SGK anlaşması yapılmadı.


SGK anlaşması olmayınca hastane de kapanmak zorunda kaldı.


Anlayacağınız…


Eski sahibi fetöcü olduğu gerekçesiyle bir anlamda hastane binası da cezalandırılmış oldu.


16 Hekim ve 50 çalışan bir anda işsiz kaldı.


Diyeceğimiz o ki…


Askerlikte Tanklara, Uçaklara, Helikopterlere verildiği söylenen ceza nasıl ki mantıksız geliyorsa, eski sahibi fetöcü diye hastane binasının cezalandırılması ve sırf bu yüzden SGK’nın anlaşma yapmaması da o denli mantıksız geliyor insana…


önce bina cezalandırılıyor, ardından o binada çalışıp ekmek parası kazanacak olanlar…


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


 


Bu ısrar niye?


 


ülkenin eğitim sistemi tam bir felaket.


Her bakan ile birlikte değişen sistem bir türlü yerli yerine oturtulamadı.


Her gelen bakan bir önceki bakanın uygulamaya koyduğu sistemi kaldırıp, yeni sistemi devreye soktu.


çocuklar ve aileler sistem değişikliklerini takip edemez duruma geldi.


İşin kötü tarafı, her değişen sistem bir öncekinden de daha fena çıktı.


İşte bu yüzden ülkenin kendine özgü bir eğitim sistemi olamadı.


Bu gidişle de olmayacak.


Eğitim sistemimiz görünen o ki bakanların deneme tahtası olmayı sürdürecek.


Dünyada başarılı olmuş eğitim sistemleri var.


Her defasında birbirinden başarısız değişiklikler yerine bu başarılı olmuş eğitim sistemleri niçin örnek alınmaz merak ediyorum…


Her defasında, kesinlikle başarısız olacağı görülen ve bilinen değişiklikler yerine, milyonda bir de olsa başarılı olacağı ihtimali olan başka ülkelerin uyguladığı bu eğitim sistemleri niçin örnek alınmaz?


Her defasında neden daha başarısız olacak bir sistem aranır da bulunur?


Bir ülkenin eğitimi her defasında daha da kötü olsun diye ısrar edilir?


-“Şu ülkenin başarılı olmuş eğitim sistemini temel alıyoruz” demek bu bunu uygulamaya koymak  bu kadar mı ağır geliyor acaba?


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


 


Bakın bu çok iyi!


 


Hikayeyi LDP eski Genel Başkanı Cem Toker kişisel sayasından paylaşmış.


Uganda parası shilling İngiltere'de basılırmış.
İdi Amin bir gün nakde sıkışınca açmış telefonu şirkete
- "Bize 100 milyar shilling basın gönderin" demiş.
İngiliz sormuş
"Basım ücretini kim nasıl ödeyecek?
İdi Amin yanıt vermiş:
- “Biraz fazla basın, alın paranızı.”


Cem Toker hikayenin altına şu notu iliştirmiş:


-“Diktatörler her şeyi bildikleri gibi ekonomide de uzmandırlar”


Paylaşımın altına birisi şu notu düşmüş:


-“Bize söylüyorsan bize bir şey olmaz. Biz zaten hep 50 liralık bastırıyoruz”


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


Tatlı tatlı yemenin….


 


Alpu 2 dönemdir AK Parti belediyesiydi.


Son yapılan seçimde CHP’ye geçti.


Seçim öncesi borcu 4 Milyon 700 bin lira olarak açıklanmıştı.


Yeni seçilen CHP’li  belediye başkanı  yaptırdığı inceleme sonucu belediyenin borcunun 49 milyon liranın üzerinde olduğunu açıkladı.


Borç listesini de ilan etti.


Belediyenin borcu içinde en çok dikkat çeken kalem ise 10.500 liralık lokum borcunun olması.


Yani…


Belediye 10.500 liralık lokum alımı yapmış.


Lokumu veren işyeri parasını tahsil edemediği için Alpu Belediyesi’ni icraya vermiş.


Lokum dediğiniz, kilosu ortalama 20 lira olan bir şekerleme…


10.500 liralık lokum nereden baksanız yarım ton lokum yapıyor…


Aylardır maaşlar ödenemezken, araçların sigortaları dahi yapılamazken ve en önemlisi de borç artık paçalardan akarken nasıl oluyor da küçücük bir belediye yarım ton lokuma ihtiyaç duyuyor?


Ne diyelim?


Herhalde eski yönetim “İş çok fena! Kasamız tam takır! Borç gırtlağa dayandı! Biz er iyis tatlı yiyelim, tatlı konuşalım!”diye düşünmüş olmalı.


öyle ya…


Bunca borç varken lokumdan vazgeçilemiyorsa, bunun başka türlü bir izahı olmasa gerek…


İşin kötü tarafı…


Eski yönetim lokumları tatlı tatlı yemiş ama, acı acı çıkartması yeni yönetime kalmış görünüyor…


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


BİRAZ DA GüLMEK LAZIM

Şehrin hayırsever vakıflarından birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler.
Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:
"-Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500 000 dolar, ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız.
O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?"
Avukat bir süre düşündü, sonra:
"-önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi?"
Görevli utandı:
"-Şey, hayır."
"-Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkum olduğunu?"
Görevli utancından kıpkırmızı kesilmiş bir halde özür dilemeye çalışırken avukat onun sözünü kesti:
"-Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?"
Görevli yerin dibine geçmişti, sadece:
"-Hayır, hiç bir bilgim yoktu ..." diye mırıldanabildi.
Avukat bir kez daha onun sözünü keserek devam etti:
"-Pekala, ben onlara zerre miktar para vermezken size niçin vereyim?"


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi