7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

BOZKIRIN GİZEMİNE KASİDE

Miskin Yunus çiğ idik piştik elhamdülillah


1.


 


 Hüzünler  bozkırda doğar


 


Gündüzü kavruktur karayel yanığıdır çehreler


 Gecesi zifir karanlığın kıyamında çaresizliklerin kâbusudur


 Efsunludur yaylasında birbirine yoldaş olan kahırlar


çıplak bir yalnızlığın yurdudur  bozkır


 


Yoksul bir hıçkırık gelir de bütün ağırlığı ile göğse oturur


Tatlı canı daraltır ve ölüm gün batımı bir zamanı tüketir


Acı iki damla gözyaşıdır yorgun yanaklardan süzülen


Sessiz bir feryat mavi göğün yücesinden masum bakışlara teselli sunar 


Sonrasında vakti gelmiştir gurbet garipliğinde yola çıkmanın


Anadolu semâsının altında bir akşam üzeri


Kerpiç duvara yaslanıp Allah’a meramını açar yoksul bir gönül     


Boz toprakta rızkını ararken mahcup sitemiyle  haykırır ufka


Kerem yangını sevdaların  hasret  türküsüdür  mağlup halleri 


 


çığlıkları bir yakarış dilidir sözleri düğümlenmiş
Ve isyansız ıstırap iniltilerinin ince bir sızısıdır
çilesi gözlerinde yağmur sağanağıdır fırtınasından boşanmış


 


Boz toprağın sesidir rüzgar tozunu kaldırdığında
önüne katıp götürdüğünde gevenleri
Fakir  hanelerde umutsuzluk bir bıçak yarasıdır  
 Boran uğultusudur sel gürleyişidir




Feryadını dinleyenleri fetheder gurbetin sonbaharında türküler


 İlhamını alır asırlık bekleyişlerden 
Sarı buğdayın boyun büküşü bu yüzdendir  özlemlere 


 


2.


 


 Cesaret yiğitliğin gürbüz bedenine bağışlanmıştır dar zamanlar için


 


Kızıl asma kütüğünde alaca düşmedi koruklara


Bostan tevekleri döl atmadan kurudu


Gök ekinler sarardı cansız köklerinin üstünde


üvesi koyunlardan ölü doğdu kuzular


 


Kara bir bulut ağdı kentlerin üstüne


Baycu Noyan buyruğunda ölümün atlıları


’Yedikleri yoksul eti içtikleri kandı’’


 


Kahramanlık ülkesinde yılgın bekçilerin otağına yığıştılar


Hanın gözü Persleşmiş  bir suskunlukla korkaklığa sığındı


 


İkindi gölgesi suya indi yalınayak


Su bulandı  salkım söğütler ürktü


Tedirgin bir ürperiş şıvgın olup yürüdü derinliğine suyun


 


Sabır  katlanması zor bir kurtuluş müjdesidir


Lakin sunakta boyun uzatmak mıdır bir celladın bıçağına


Eğer mümince  bir tevekkülse çaresizliğe


Yıldızları geceden doldurmak  gerek heybelere


 


Kastedince eğri kılıç can almaya oklar delip geçmeye


Kusarken  bütün kinini vahşet cenginin yağmacıları


Direnmenin ateşini Haçlılar mı alıp götürdü yoksa


Cesaret tohumunda gizlidir hür yaşamak Yaradan vergisidir


Ve yiğitliğin dinç bedenine bağışlanmıştır dar zamanlar için


3.


Erdem çağının ışığıdır bozkırdaki kanat sesleri


 


Güz sarısı benizlerde solar marazi bir ağlayış


Kıtlık kabaran öfkesiyken kurak ovaların


Bir Hülagü fitnesinin zulmüne dağlar ığranır


Sen sevinin gücüyle karşı durursun davinin zalimlerine


Haramiler kesse de yolunu  göçüp gitmeye devam edersin


Toynaklarından çıngılar saçan tozkoparan küheylanlar ile 


 


Yenik düşler yüreklerde sızlar ağızlarda ağıt olur


Sonra sen gelirsin Pir-i Türkistan ocağından atsız pusatsız


 Bir köseğinin peşinden yeni destan çağlarına yürürsün


Bin ümit bağışlarsın sinelere oturup kalan sancılara inat


Ay  şafağında tuğralı ferman üzre yüklersin göçünü


 Aşkın  hikmetlerini söylersin cennet kapılarının önünde


 


Sen fışkırırsın çorak tarlaların rahminden yeğinleşerek


Oğuz’un nesli için ulu çağrıyı duyup   koşarsın


çoban ateşleri yakarsın dağ başlarında şehirler aydınlanır ışık ışık


Tan ağartısı düşmeden kara yerin üstüne


Kaybedilmiş güzelliklerin  buruk hayaliyle avunursun


 


ülkün Ahmet Yesevi’nin  vasiyetidir çağları aşan


Dolaşır Anadolu yaylasını bir hümanın kanadında


Sen çığralar açarsın dağların yamacından bilinmedik mekanlara


Şimdi bak bin muştuyla çiçeklenmiş diri kalplere


Nişanlı beş bin melek gelir erenler yardımına


Kutlu müjdenin haberine baharın bin rengi açar


İnsanlar karasevdaları ile bağlanırlar toprağa         


Bu yüzden Anadolu baştanbaşa aşkın ülkesidir


Bil ki hamuru Yesevi ocağında mayalanmıştır


Biter kara fetret dönemi sel akar yatağından Anadolu’ya


Şafak söker nefesinden kuytu köşesine yetimlerin


Güvenli bir beldedir şimdi nehirleri sevaplara ulaşan


 


4.


 


Yunus’un can ocağında söz çatılır söz pişer


 


Söz dilinde güzelleşir sen söyleyince mor dağlar baharlanır


Sevgi büyür sözünün doğurgan yatağından


Yetirirsin noksanlıkları hünkar soluğu deyişinle


Söz pişirirsin ağırlaşan yükünün çileli tahammülünde


 


 


Bilginin kilidi aşkın anahtarı ise söz her can hisse alır rızasınca


Senden öğrenir kanadı kırık güvercinler sözün şifa olduğunu


Ve hayal kurmayı unutan şehirlerin üstüne al şafakta sözün doğar


Seninle çözülür esaretin dudağında yabancılaşan lisan-ı Türki


 


 


Kalbin ahengini verir rüzgarın kimliğine


Gökte yıldız ışıldar  ötelerde ardıç kuşları ötüşür


Bezenir dağa taşa  çiçeklerin oymağı sözünle mühürlenir Anadolu


Uzak bir yolcunun yorgunluğunu alır gözlerinin aydınlığı


 


 


Güneş bir mızrak boyu yükselir ardın sıra


Bahçelerde karanfiller tutuşur selamın sarar evreni


Sözünün zaferi akça bayrağını yükseltir zamanın kargaşasına


Kuşluğun niyazında bir sevinç yayar divana durduğun seccadenin huzuru 


 


5.


‘’Aşktan gelir bu söz dile’’


 


Aşk geldi


‘’Aşk gelicek cümle eksikler biter’’dedin aleme


Gök yer ve su nasibini aldı şimdi şükründedir dilleri


Gül kokusundan andı vardı yağmurlarla inecek


 


Aşk geldi


Sızdırdı  ışığını karanlığın örtüsünden


öfke dervişçe boyun eğdi duyunca utangaç gelişini


Sesinden tanındı aşk bezirganı olan adın


Merhem oldu saklı gönül yaralarına


 


Aşk geldi


Her vakte uğrayıp  her yere gizemli görkemini  nakışlayarak


Dayandı bütün nazlarına hayatın aydınlandı puslu koyaklarda geçitler


Unutulmuş gurbetlerin ağusuyla avundu gidip de gelmeyenlerin ardından


 


Aşk geldi


Anahtarı ay ışığından ödünç alınmıştı pirlerin hürmetine


Kilitli dilekleri açtı  büyüsü bozuldu nefretin


Korugandan azatlı kuşlar hürriyete gülümsedi


Ve senin dalına kondular söz cülusunun töreninde


 


Aşk geldi


İnsan bilmediğini öğrendi aradığını buldu olgunluğa ulaştı


 çünkü koca bir cihan dürülmüştü içine ulu varlığından can üflenip


Silindi öç karasının izi mahcup yüzlerde sararıp solan


 


Aşk geldi


Aşk uluları söyledi aşktan kuruldu bu yurt


Gönül kardeşliğinin ışığı alınlarda şavklandı


Yıldızlardan sağılan sevgiyi çoğaltıp bengisuyla


Kırbalar dolusunca paylaşıldı sevdaların ödülü 


 


6.


 


Aşka tebdil ederiz ateşte sınanmış benliğimizi


 


Kaçkın bir bulut sığındı hüznümün merhametine


Sesim yankısı ile birlikte kayboldu içimde


çekirdeğimdeki ağacın  kökünde yeşerdi gürbüz bir dal


Ve yaprağı soludukça gecenin karanlığını


Aydınlandı gözlerimde yeşil bir sevinç


 


Göğümü karartan fırtınanın adını unuttum


Ve her sabah aynı nurla yıkadım yüzümü


Suyun kalbinden taştı aşkın yeni terennümü


Utlandım isteyemedim fazlasını herkese yetsin diye


 


Telaşlı bir sessizliğin ortasında durup sencileyin


 Geniş zamanlara duyurmak istiyorum ezgisini ışığın


“Kastım budur şehre varam feryad u figan koparam”


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi