
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Büyükerşen, Kurt ve Ataç'ı bir de biz anlatalım
Yılmaz Büyükerşen, Kazım Kurt ve Ahmet Ataç…
Bu şehrin şüphesiz en önemli aktörleri…
Geçtiğimiz hafta yapılan seçimlerin galipleri olarak, bir dönem için daha Eskişehirlilerden yetki aldılar ve bu şehirde 5 yıl boyunca Belediye başkanlığı yapacaklar.
Sevenleri- sevmeyenleri vardır elbette…
Herkesin kendi penceresinden bir değerlendirmesi olmuştur ve olacaktır da.
Ancak…
Bu üç ismin bilinmeyen, çoğu insanın tanık olmadığı yönleriyle de tanınıp bilinmelerinde yarar olduğunu düşündük.
Hem sahip olduğumuz hatıralar çerçevesinde bu isimlerin çok da bilinmeyen özelliklerini anlatabilmek, hem de tarihe not düşmek adına aşağıdaki yazıları kaleme alma ihtiyacı hissettik…
Büyükerşen, Kurt ve Ataç ile ilgili yazıları ne olur bir övme, bir methetme olarak algılamayın…
Dün aldıkları mazbataların hatırına birer güzelleme olarak kabul edin…
Zira bu güzellemeyi hak ettiklerini düşünüyorum…
......
BüYüKERŞEN’İN öĞRETTİKLERİ…
İlk olarak, bundan 32 yıl önce karşı karşıya gelmiştik Yılmaz Büyükerşen ile.
O Zaman işe yeni başlamış bir muhabir olarak, Anadolu üniversitesi’ne ait olan Tıp Fakültesi Hastanesi’nin biten ve faaliyete geçen birimlerini tanıtmak için düzenlediği toplantıya, katılmıştık.
Ameliyathaneyi anlatırken, kaptırıp Böbrek ameliyatının nasıl yapılacağını anlatmaya başlamıştı ki, Allah rahmet eylesin o dönemin Hastane Başhekimi Esat Erenoğlu "Pes yani hocam! Valla bu gidişle bizim işimizi de elimizden alacaksın ya!" diyerek ifade etmişti şaşkınlığını.
İşte orada, Büyükerşen’in bir işi yapandan daha iyi anlatma meziyeti olduğunu öğrenmiştik.
HHH
İlk belediye başkanı olduğunda, önce belediye binasından başlıyor işe.
Koridordan bakıldığında içeriler görünsün diye bütün odaların iç camlarını genişletiyor.
Ardından tuvaletler yenileniyor.
En son yemekhane…
Yemekhane bitmiş, Büyükerşen nasıl olduğunu görmek için inmiş aşağıya.
Bir tarata da belediye çalışanları kuyrukta yemek alıyor.
O sırada bir çalışanın aldığı yemeğin yağının tabakta donduğunu görüyor.
Eline aldığı tabağı atıyor yere sinirle…
Yanındakilere dönüp “Hadi ben simidi seviyorum. Her öğün yesem gıkım çıkmaz. Ama burada çalışanlar gün boyu 8 saat çalışacak, yarım saatte yemeğini yiyecek. Siz de bu yemeği ona buz gibi tabakta yağı donmuş bir şekilde mi yedireceksiniz?” diyerek çıkıyor odasına.
O gün yemekhaneye tabakları kurutan ve ısıtan fırın alınıyor.
İşte, orada Büyükerşen’in kurum çalışanlarına da ne denli önem verdiğini öğrenmiştik.
HHH
Aradan birkaç yıl geçti.
Bir gün aynı araç içindeyiz.
-"Faytonların Atları geldi. Görmek ister misiniz?" diye haber verdi telsizden Belediye görevlileri.
Birlikte gittik şimdiki Kentpark’ın arkasındaki bir yere.
Atları sıra sıra dizmişler.
Büyükerşen atlara baktı ve içlerinden birini işaret ederek "Bunda nefes darlığı var. Değiştirin!"
Bu sefer "Pes yahu! Bu kadar da olmaz atıyorsunuz kafadan" demek bize düşmüştü.
öyle ya, At’a dışarıdan bakacaksın ve nefes darlığı olduğunu bileceksin.
Bizim gibi orada olan herkes şaşkın.
Baktı inanmıyoruz "çağırın veterineri" dedi.
Bir müddet sonra geldi veteriner. Muayene etti ve atın gerçekten nefes problemi olduğu ortaya çıktı.
Tahmin edeceğiniz gibi şaşkınlık bir kat daha artmıştı bizde.
Sadece bizde mi? Olaya şahit olan herkeste…
Sonradan öğrendik ki, heykel yapan Büyükerşen, Atın burun şeklinden at’ın rahatsız olduğunu biliyor.
İşte, orada Büyükerşen’in değişik ilgi alanlarının kendisine nasıl donanım sağladığını öğrenmiştik.
HHH
Haller Gençlik Merkezi yapılıyor.
Büyükerşen her daim orada.
çalışmaları bizzat izliyor.
Olmadı, çıkartıyor ceketini resmen çalışıyor.
Denk geliyoruz.
Müteahhidi çağırmış yanına. Cebinden küçük beyaz bir taş çıkartıyor ve Tiyatro girişi önündeki zemin üzerinde, yuvarlak bir alana bu taşları yan yana döşemesini istiyor.
Verdiği örnek taşı da, aynı boyutta hangi sahilden toplayacağını söylüyor.
Bir müddet sonra aynı yerde son derece sinirli görüyoruz Büyükerşen’i.
Yine müteahhidi çağırmış ve "Ben sana bu taşları şu sahilden toplayacaksın demedim mi? Sen niye gidip bu sahilden topladın? çabuk derhal sök bunları!"
Müteahhit itiraf ediyor taşları farklı bir sahilden topladığını.
-"Hemen gidip sizin söylediğiniz sahilden toplayacağım" diyerek ayrılıyor yanından.
Şaşırmamak elde değil. Nereden biliyor hangi taşın hangi sahilden geldiğini?
İşte, orada Büyükerşen’in detaycı olmasının, başarısında nasıl etkili olduğunu öğrenmiştik.
HHH
Haller’in karşısındaki tuvalet tamamlanmış.
-"Gelip bir bakın" diye haber yollamışlar.
Büyükerşen bakıyor tuvalete ve "Burada bir şey eksik. Bu eksikliği önce bulun, sonra da giderin. Ben gelinceye kadar da bu iş bitmiş olsun" diyerek gidiyor.
Müteahhit ve bürokratlar dahil 5 kişi giriyor küçücük tuvalete.
Bakıyorlar, bir tuvalette olması gereken her şey tamam.
-"Bulamadık" diyorlar geldiğinde mahcup mahcup.
Büyükerşen kızıyor ve "Anlaşılan siz kadınlara zorla tuvalet tıkattıracaksınız" diyor.
Mesele anlaşılıyor ve sorun gideriliyor.
İşte, orada Büyükerşen’in ne denli titiz olduğunu, baştan savma iş sevmediğini öğrenmiştik…
HHH
Daha bunun gibi pek çok olayda Büyükerşen ile ilgili, bizim de yaşamımızda kullanabileceğimiz pek çok şey öğrendik.
-Kentpark ve Sazova Parklarının projelendirilmesindeki vizyonu…
-Masal Şatosu ve Korsan Gemisinde, hayallere hitap etmenin çekiciliğini…
-Birbiri peşi sıra açılan Tiyatro ve Opera salonlarıyla, sanatın bir insanı değerlendirmedeki kriterini.
-Siyaset dışı bir insanın, değme siyasetçilere taş çıkartmasını.
-Kendinin bile yönetmeye ihtiyaç duymadığı bir algıyı sırf ismiyle yaratabilmesini.
-Hiçbir çaba bile harcama gereği duymadan, isminin Eskişehir cadde ve sokaklarında efsane gibi dolaşabilmesini.
Hatta…
-Eskişehir ve Eskişehirlilerinin hassasiyetini özümseyip, yaptığı her işin tek ve özel olmasına gayret ederek, Eskişehirlilerin de kendilerini özel hissetmesini nasıl sağladığını öğrendik.
Sadece biz değil, Eskişehir’in büyük bir bölümü pek çok şey öğrendi Büyükerşen’den.
örneğin, ilerde bir kaldırım yapılırken, büyük ihtimalle bunu gören vatandaş müdahale edecek.
-"Hoop. O iş öyle olmaz! Büyükerşen olsaydı şöyle yaptırırdı" diyecek.
Sonuç olarak:
Elbette yanlışları var Büyükerşen’in.
Elbette eleştirilecek yönleri de.
Hatta…
Kızılacak, tepki gösterilecek huyları ve davranışları da.
Ama öğrenilecek de çok şey vardı Büyükerşen’den.
Ne yalan söyleyelim? Biz bunları, ayda hatta yılda bir karşılaşmak suretiyle bile öğrendik.
Sokaktaki vatandaş, hiç karşılaşmasa da yapılanlara bakarak öğrendi birçoğunu.
Biz bu kadar az karşılaşmakla tüm bunları kendisinden öğrendik öğrenmesine de, yıllardır yanı başında olanlar bugüne kadar bunları öğrenebilmek yerine sadece "Büyükerşen sayesinde bir yerlere nasıl gelirim" in yollarını öğrenmeye çalıştılar ya…
İşte bu çok üzücü…
.....
KAZIM KURT’UN AK PARTİ TEKLİFİNİ REDETMESİ
Kazım Kurt ile çocuk yaşımdayken tanıştım. Nereden baksanız 40 yıl.
Bana göre çok önemli 3 anım var kendisinin de bizzat içinde olduğu…
Birincisi: Gençliğinde Basketbol oynadığı yıllar ile ilgili…
İkincisi: AK parti’den teklif aldığı ana şahitliğim…
üçüncüsü ise: Benim yaptığım bir haber dolayısıyla CHP’de disipline verilip, uzaklaştırma ve ihraç alması.
İsterseniz tek tek anlatayım bu üç Kazım Kurt anısını:
BASKETBOL TAKIMI KAPTANI…
70’li yılların sonları, 80’li yılların başıydı…
Babam Ormancı olduğu için Atatürk Caddesi üzerinde bulunan Orman Bölge müdürlüğünün lojmanlarında oturuyorduk.
Lojmanların güzel bir lokali, basketbol sahası ve bahçesi mevcuttu.
Günümüz ya basketbol oynayarak ya da bu lokal ve bahçede, benden yaşça büyük ağabeylerle takılarak geçerdi.
İşte o ağabeylerden ikisi olan Sadi üreyen ve Gürcan Arıkan basketbolu bir hayli ilerletih, Eskişehir’in o yıllarda önemli bir takım olan ESTON spor Basketbol takımına girmişlerdi.
İşte, daha küçücük çocuk olmama rağmen ESTON’un her maçına gitmeye başladım.
Sadece maç mı, antrenmanlarını dahi kaçırmaz olmuştum.
Bazen tribünde maçı izleyen bir tek ben olduğumu dahi hatırlıyorum.
Kısacası…
ESTON Basketbol takımının maskotu gibi olmuştum.
Kazım Kurt’u ilk orada tanımıştım.
Zira…
ESTON basketbol takımının kaptanlığını yapıyordu.
Uzun boyu ve performansı ile ligin belki de en iyi ve skorer oyuncuları arasındaydı.
Kendisini çok anlatmayı sevmezdi.
Ne yapıyor? Neyle uğraşıyor? Nasıl yaşıyor? Hakkında kimse çok detaylı bilgiye sahip değildi.
Yaşça küçük diğer oyunculara sık sık tavsiyeler verdiği ve esprili biri olduğundan ibretti hakkında bildiklerimiz.
Hangi maçtı, rakip kimdi bilemiyoruz ama bir maç öncesi takımdaki diğer oyunculara dönüp “Bu maçı kazanmamız lazım. Zira bugün ben çok sevinçliyim. Bu sevincimin bozulmaması lazım” dediğini hatırlıyorum…
-“hayırdır? Niye ki?” diye sorulduğunda da Kazım Kurt’un:
-“Bugün Hukuk fakültesinden mezun oldum. Artık Avukatım” dediği dün gibi aklımda…
Dedim ya “kendinden bahsetmeyi sevmiyordu” diye…
Hukuk fakültesinde okuduğunu da kimse bilmiyordu o dakikaya kadar…
öğrendiğinde takım arkadaşları adeta şok olmuş “niçin bize bu güne kadar bunu söylemedin?” diye hayretlerini dile getirmişlerdi…
AK PARTİDEN TEKLİF
Aradan yıllar geçti. Genç bir Adliye muhabiri olarak gazeteciliğe başladık.
Avukat Kazım Kurt ile sık sık Adliye binasında karşılaşmaya başladık.
Avukatlığının yanı sıra CHP içinde de etkin bir isim oluvermişti Kazım Kurt.
Hatta.
Eskişehir’deki parti içinde muhalif grubun en önemli isimlerinden biriydi.
Zaman zaman Adliye binasında karşılaştığımızda, zaman zaman da Verem Savaş İş hanında bulunan bürosuna giderek CHP ile ilgili haberleri alırdık kendisinden.
2007 yıllarıydı. Yani AK parti’nin yeni kurulduğu bir süreç.
Kazım Kurt’un bürosuna gittiğimizde, siması hiç de yabancı gelmeyen bir isimle karşılıklı oturduğunu gördük…
Kurt’un bürosunda oturan kişi “Bu iş burada olmayacak (CHP’yi kast ediyor). Bu yeterince anlaşıldı. Bize top oynayabilecek saha dahi bırakmadılar. Bizim ülke için siyaset yapmamız lazım. O yüzden, gelen teklif üzerine yeni kurulan AK parti’ye geçmeye karar verdik. Gel sen de bize katıl. Görüyorsun işte bize bu partide yaşama şansı vermiyorlar” diyor, Kazım Kurt’u da AK Parti’ye geçmeye çağırıyordu…
Bu sözleri söyleyen ve teklifte bulunan kişi, CHP’de genel merkeze muhalif 2 isimden biri olan Haluk özdalga idi…
Ordu’da, DSP adayını desteklediği için CHP’den ihraç edilen partinin eski genel sekreterlerinden Ertuğrul Günay ile birlikte hareket ediyordu.
Kazım Kurt’un kendi bürosunda bu teklife “Kesinlikle olmaz. Ben bunu birlikte siyaset yaptığım insanlara nasıl izah edebilirim. Varsın hep muhalefette kalalım. Ama bu partide kalalım(CHP)” cevabını verdiğini çok iyi hatırlıyorum…
Bu konuşmanın ardından CHP’li Ertuğrul Günay ile haluk özdalga AK Parti’ye geçti.
Her ikisi de AK Parti listelerinden milletvekili seçildi.
Ertuğrul Günay Kültür ve Turizm bakanı oldu ve 6 yıl bakanlık yaptı. Belki de o gün Kazım Kurt “Olur. Kabul ediyorum” deseydi, büyük ihtimal 2007’de vekil olması hatta bakan olması içten bile değildi…
CHP’DE DİSİPLİN VE UZAKLAŞTIRMA
VE İHRAç
Yıl 2008.
Adliye muhabiriyiz ya, Adliye’nin kapısında haber bekliyoruz.
O sırada elinde Avukat cüppesiyle kazım kurt geliyor binaya.
Belli ki davaya girecek.
Ayaküstü soruyoruz bir şeyler.
Haber çıkartmamız lazım.
Kazım Kurt, partide iyi gitmeyen işleri sıralıyor bir çırpıda…
Gazeteye gidip, söylediklerini satır satır yazıyoruz…
Ertesi gün, Kazım Kurt’un söylediklerini içeren haber çıkıyor İstikbal gazetesinde
Kazım Kurt genel merkeze muhalif bir isim…
Belli ki genel merkez de kendisinden kurtulmanın fırsatını arıyor…
Aradan birkaç gün geçtiğinde Kazım Kurt genel merkeze çağrılıyor…
Genel merkez yöneticisi, söylediklerinin haber şekline getirildiği İstikbal Gazetesini çıkartıp koyuyor önüne ve “Bu söylediklerin nedeniyle seni disiplin kuruluna veriyoruz” diyor…
Gerçekten de veriyorlar Kazım Kurt’u disiplin kuruluna…
Hem de bize söylediği sözler ve bizim de bu sözleri haber şekline getirip gazetemizde yayınlamamız nedeniyle yapıyorlar bu işlemi.
Disiplinin arkasından ihraç e uzaklaştırma geliyor…
Normalde ihraç edilen siyasetçinin siyasi hayatı biter ya…
Kazım Kurt’ta bunun tam tersi oluyor…
CHP’den ihraç edilen Kurt, bazı arkadaşlarıyla birlikte DSP’ye geçiyor 2008 yılının sonlarında…
önce belediye meclis üyesi, ardından Belediye meclis başkan vekili oluyor…
Ardından Kent Konseyi başkanlığına geliyor…
Devamında Milletvekili ve en son Odunpazarı Belediye Başkanı oluyor…
Bir anlamda, siyasette önü açılıveriyor…
Zaman zaman kendisine takılıyorum…
-“Ben o söylediklerini o gün yazmayıp, gazetede yayınlamış olmasaydım, o zamanki CHP yönetimi seni ihraç edecek bir bahane bulamayacaktı, böylelikle DSP’ye geçmek gibi bir durum da söz konusu olmayacaktı ve bu görevlerin hiçbirini göremeyecektin” diye…
Gülüyoruz tabi…
Sonuç olarak bir şeyler söylemek gerekirse…
Kazım Kurt’u basketbol sayesinde tesadüfen tanıdım.
Adliye muhabirliği sırasında avukatlık yaparken devam etti tanışıklığımız…
Gazeteci-siyasetçi tanışıklığı yıllardır devam ediyor…
Yine bir tesadüftür ki, bugün için aynı site içinde komşuluk yapıyoruz 40 yıl öncesinde tanışmış olduğum Kazım Kurt ile…
.....
AHMET ATAç’IN HASSASİYETİ…
80’li yılların sonu…
İktidarda özal hükümeti var.
Eskişehir’de bir oda başkanı diğerlerine nazaran daha çok dikkat çekiyor.
İsmi: Ahmet Ataç…
Eskişehir Diş Hekimleri Oda başkanı seçilmiş.
Muayenehanesinden çok meslektaşlarının sorunları ve oda’nın işleriyle meşgul…
Ciddi bir nüfusun dişlerini misvak ile temizlediği o yıllarda, firmalardan Diş Macunu ve fırça temin edip, okul okul geziyor ve özellikle çocukların diş bakımı için uğraş veriyor.
Meslektaşları yıllar sonra böyle hareketli ve güler yüzlü bir oda başkanlarının olmasından gayet memnun.
Eskişehir’deki tüm Diş hekimlerini bir araya getirmek için yemekli bir gece düzenliyor.
O dönem hem Anavatan Partisi kurucuları arasında yer alan, hem de kabinede Devlet bakanı olan Diş hekimi Ercüment Konukman gecenin davetlisi.
Yemek başlamadan önce kürsüye çıkıyor Devlet Bakanı Konukman…
önce “Böylesine güler yüzlü, sempatik, çalışkan ve meslektaşları için bunca fedakarlığa katlan bir başkanı nasıl buldunuz? Doğrusu çok kıskandım” diyor.
Ardından da:
-“Bakın hepiniz buradasınız. Bu söylediklerimin gerçekleşeceğine hepiniz şahit olacaksınız. Oda başkanınız bu şehrin en sevilen insanlarından biri olacak. Bu şehrin kaderine ismini yazdıracak. O’nu çok önemli yerlerde göreceksiniz. son derece de başarılı olacak. çünkü onda bu ışık, bu parıltı fazlasıyla var. Gönül isterdi ki benim partimde olsun. Ama olmayacağını biliyorum. Orada ya da burada olması hiç fark etmez. Bu ülkenin böyle insanlara ihtiyacı var. Kendisini samimiyetle tebrik ediyorum. Siz ne kadar şanslısınız. Eskişehir ne kadar şanslı”
Devlet Bakanı Konukman’ın Ahmet Ataç ile ilgili sözleri adeta gelecekten haber veren sözlerdi…
Süreç söylediklerini doğruladı…
Ahmet Ataç ile ilgili söyledikleri tam anlamıyla ortaya çıkıverdi…
HHH
Selami Vardar belediye başkanı…
Eskişehirspor zor durumda…
Kulübün anahtarı getirilip kendisine verilmiş..
Futboldan zerre kadar anlamıyor bu yüzden de kulübü üstlenmekten acayip korkuyor.
çaresizlik içinde gidiyor Ahmet Ataç’a…
-“Biliyorsun ben topu görsem kabak zannederim. Kulübün anahtarını getirip masamın üzerine attılar. Ne yapacağımı bilemez haldeyim. çalışkanlığı ve dürüstlüğüne güvendiğim insanların başında geliyorsun. Senden bir fedakârlık isteyeceğim. Kabul etmezsen gönül koymam. Gel şu işin başına geç. Başkan ben olayım taam ama bu işi sen üstlen” diyor…
Ahmet Ataç daha sözünü bitirmeden kesiyor Vardar’ın sözünü…
-“Ne demek Selami Ağabey! Hay hay. Sen istersin de ben yapmaz mıyım? Sevineceksek de birlikte sevinir, üzüleceksek de birlikte üzülürüz. “ diye kabul ediyor teklifi…
Bir sonraki kongre yapılıncaya kadar hem Selami Vardar’ı, hem Eskişehirspor’u rahatlatıyor.
Hem de onca işine gücüne rağmen.
HHH
Siz Ahmet Ataç’ın hep sakinliğine ve güler yüzüne tanık oldunuz değil mi?
Benim telaşlı, sinirli ve gözlerinden yaşlar gelerek ağlamasına da şahitliğim vardır…
Şeker fabrikasının karşısında, yine Şeker’e ait olan bölgenin heba edilmemesi, orada bulunan ağaçların kesilip, oranın betonlaşmaması için yaşadığı telaşın bizzat tanıklığını yaptım…
1999 yılında Belediye başkanı olur olmaz o bölgeyi SİT alanı ilan ettirişinin ve ardından Büyükşehir’in o bölgede bulunan ağaçların rölövelerini çıkartmasını sağladığının şahidiyim.
Ahmet Ataç olmasaydı belki de Şeker fabrikası bugüne dek çoktan özelleşecek, o güzelim yeşil arazisi üzerinde beton yapılar yükselecekti.
HHH
Sinirli haline hiç rastlamamışsınızdır Ahmet Ataç’ın değil mi?
Belki de enderdir bilemiyorum ama ben birine şahit oldum.
Belediye hizmetlerini tanıtım gezisinde gazetecilerin bulunduğu araca binmişti kendisi. Araç sürücüsü bir yayaya yol vermesi gerekirken vermediği için kendisinden sağlam sayılabilecek bir fırça yedi.
Sürücüye söylediği ise hala hafızamda: “Onun vergileriyle maaş alıyorsun. Sürdüğün araç bile onun malı. Biraz olsun saygı göster”
HHH
Hep gülen yüzünü görüyorsunuz ya Ahmet Ataç’ın…
Ben gözünden yaş geldiği günü, bıraksan hüngür hüngür ağlayacağı günü de hatırlıyorum…
çanakkale gezisi sırasında yaşlıca bir kadının kendisine sıkı sıkı sarılıp “Ben gençliğimden beri hiç otobüse binmedim. Ben yıllardır hiçbir yere gitmedim biliyon mu? Sen beni buralara kadar getirdin, beni bu şehitlere kavuşturdun ya, ben yarı hacı oldum. Seni ölünceye kadar unutmayacağım. Sana hep minnettar kalacağım” diye hıçkıra hıçkıra ağladığına, Ahmet Ataç’ın da gözlerinden süzülen yaşlara şahit oldum…
2004 yılında seçimi kaybetti Ahmet Ataç.
Ertesi gün belediye başkanıymışçasına kapı kapı dolaşmaya başladı.
Görüştüğü vatandaşın dert ve sorunlarını ikili ilişkileriyle çözüme kavuşturdu.
Bir an olsun işin peşini bırakmadı.
5 yılı üstelik tempoyu arttırarak geçirdi.
Bunun sonucu yeniden belediye başkanı seçildi.
Siyasetin bir hizmet işi, bir hedef işi, bir inat işi olduğunun ispatını koydu ortaya.
Kaybedenin yok olup gittiği, köşesine çekildiği, siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kaldığı bir ortamda, o kaybettiği başkanlığı tırnaklarıyla kaza kaza elde etti…