
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Cezaevleri sayesinde yaşayacaksa bu iki ilçe, bırakın hiç yaşamasın!
üretim yapan fabrikaların çokluğu refah göstergesidir.
Cezaevi sayısının azlığı da aynı şekilde refah göstergesidir.
İkisinin bir arada olduğu, yani fabrikaların artıp, cezaevlerinin azaldığı ülkeler, refah içinde yaşayan ülkelerdir.
Bizim ülkemizde bu durum biraz yanlış anlaşıldı galiba.
Zira…
Fabrikalar bir bir kapanırken, cezaevi sayısı artmaya başladı.
ülkeyi yönetenler aktı olmuyor, açılan her cezaevinin kapasitesi kısa sürede doluyor, devasa cezaevleri yapmaya başladı.
çözümü, küçük kapasiteli ve dağınık cezaevlerini kapatıp, buralarda kalan mahkum ve tutuklular ile cezaevi personelini o yeni yaptığı devasa cezaevlerine taşıma kararı adı.
İşin ilginç tarafı…
Tesadüfe bakın ki sözünü ettiğimiz bu devasa cezaevleri, bir süre önce özelleştirilerek satılan Şeker fabrikalarının bulunduğu illere yapıldı.
Böylece…
Dünya üzerinde fabrika satıp yerine Cezaevi yapan nadir ülkelerden biri haline geldik!
Böylece…
Yapılan devasa cezaevlerini “Bacasız fabrika” diye gururla sunan siyasetçilerin bulunduğu ender ülkelerden biri olduk!
Ve böylece…
Kapanan fabrikalar nedeniyle artan işsizliği bırakıp, yapılan devasa cezaevlerine alınacak personele ilişkin “istihdam yaratıyoruz” böbürlenmelerin yaşandığı acayip bir ülke olduk…
Dikkat ediyor musunuz bilmem!
Son günlerde, yukarıda sözünü ettiğimiz devasa cezaevlerine taşınılacağı için Mihalıççık cezaevi ile çiftelerdeki Kadın açık cezaevinin taşınması kararı tartışılıyor.
Her iki ilçede de “Kapatmayın. İlçe ekonomisi felç olur” tepkisi var.
Her iki ilçede bulunan cezaevlerinin kapanmaması konusunda muhalefet partileri ve temsilcilerinin hükümete yönelik “Sakın ha kapatmayın! İlçe ekonomisini ve esnafını mahvedersiniz!” eleştirisi var.
Giden, üniversite, Askeri birlik ya da kamu kurumu falan olsa neyse…
Cezaevi yahu bu!
Hiç kimse çıkıp “Cezaevi giderse gitsin. İmkan yaratın, olanak sağlayın buraya üretim yapacak, istihdam sağlayacak, katma değer yaratacak fabrika açın” falan demiyor…
Herkes “Cezaevi kalsın. Alışveriş buradan yapılsın. Onlar orada cezasını çeksin. Ziyarete gelen mahkum yakınları ise ilçe esnafına para bıraksın” peşinde.
Suçun bildiğiniz ranta dönüştürüldüğü, mantıksız ve acımasız bir yeni anlayış yerleştirdiler ülkeye…
üretim yapan bacalı fabrikayı kapatıp, sadece tüketimin yapıldığı cezaevlerini açarak, üstelik ismini de “Bacasız fabrika” koydular.
üstelik topluma yerleştirdikleri bu anlayışlarıyla, millete sonunda “Cezaevimizi n olur kapatmayın” dedirttirdiler iyi mi?
Son söz:
Eğer bu iki ilçemiz sadece cezaevlerinin varlığı ile yaşayacaksa, bırakın hiç yaşamasın!
NOT-
Şimdi bu yazıyı okuyan birileri çıkıp “Ne diyon kardeşim? Ne fabrikası? Devlet fabrika yapar mı?” diyecektir…
Doğru. Devlet fabrika yapmaz…
Ama Devlet bina da yapmaz ama yapıyor…
Daha doğrusu, garanti verip yaptırıyor.
Birbiri ardına cezaevleri yaptığına göre, insan da ister istemez “Acaba mahkum garantili mi?” diye düşünüyor…
......
İş yaparken amacı da
bilmek lazım…
Bu ülkede pek çok iş yapılabilirliği olmasına rağmen yapılamıyor.
Bunun nedeni iş yapma bilmezliği.
Ortak iş yapmak için yola çıkanlar, yolda birbirlerine iş yaptırmaz hale geliyorlar.
Bazen bilinçli yapıyorlar bunu.
Fakat…
Bazen de kendi bildikleri doğrularda ısrar ettikleri için bilmeden yapıyorlar.
Sonuçta iş yapılamıyor.
üstelik onca çekilen çileye ve emeğe rağmen.
Hikaye şu:
İki adam koskoca bir sandığı bir kapıdan geçirmeye çalışırlar.
Uzun süren uğraşlar sonucu ikisi de kan ter içinde kalır.
Biri oflayıf pufladıktan sonra diğerine yakınır “Ne de ağırmış bu sandık! Bir türlü kapıdan içeriye sokamadık”
Diğeri şaşkın cevap verir:
-“Sandığı dışarıya çıkartmayacak mıydık?”
.....
Hindistan’dan bile daha fazla öküz’e sahibiz…
-Adam kullandığı aracı yol üzerinde öyle bir yere koyuyor ki, koca yolun trafiğe kapanıyor olması umurunda bile değil…
-Adam kullandığı araçla kaldırımda yürüyen insanların yanından öylesine hızlı geçiyor ki, kaldırım kenarında biriken suyu sıçratarak, insanları tepeden tırnağa ıslatması derdi bile değil.
-Adam kullandığı araçla yaya geçidine öyle bir hızla geliyor ki, geçitten karşıya geçmeye çalışan yaya canını zor kurtarıyor. Bir de üstüne üstlük okkalı bir küfür yiyor.
-Adam kullandığı aracı AVM otoparkının kapısına yakın olsun diye göz göre göre getirip, engelliler için ayrılan yere bir güzel koyuyor. Uyardığınızda neredeyse “Ne olacak canım. Onlar da biraz yürüyüversin” diyecek.
-Adam öküzlüğe öyle alışmış ki, e ışık yanar yanmaz önünde araç olmasa dahi varmış gibi kornaya basıyor uzun uzun.
-Adam sicim gibi yağmurun yağdığı bir ortamda kavşağa öyle bir geliyor ki, bırakın o yağmurda karşıya geçmeye çalışan çoluk çocuk ve kadınlara yol vermeyi, neredeyse vatan haini ilan edecek.
-Adam kullandığı aracını kaldırım üzerine park edip gidiyor.
-Adam bisiklet ve motosikletini yaya yolu üzerindeki en yakın ağaca bağlayıp, yaptığı gayet normalmiş gibi davranıyor.
-Adam tramvay yolunu kendine ayrılmış yol gibi kullanıyor.
-Adam kullandığı araçla kırmızı ışık nedir bilmiyor.
“Adam” diyoruz ama yukarıda saydıklarımızı yapanların adamlık ile alakası yok.
Hani zaman zaman “Cadde ve sokaklar Hindistan trafiği gibi” benzetmesi yapılıyor ya…
Aslında Hindistan’ın gözünü seveyim.
Zira…
Bizim Cadde ve sokaklarımızda Hindistan’dakilerden daha fazla öküz geziyor…
.....
İyi de, sen devletin
televizyonuna
çıkarttın ama…
Terör örgütü PKK’nın sözde yöneticisi Cemil Bayık Washington Post gazetesin bir makale yazıyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt çavuşoğlu tepki gösteriyor ve "Nasıl oluyor da ABD’nin de terör listesine eklediği PKK’nın azılı teröristinin görüşlerini siz yansıtıyorsunuz?" diye soruyor…
Tepki de doğru soru da doğru…
Peki haklı mı?
İşte orada iş biraz karışıyor.
Zira bu tepki üzerine biri çıkıp “Aynı terör örgütünün aynı sözde başkanlığını yapmış, üstelik aranan birini devletin televizyonuna çıkartıp röportaj yaptınız” derse ne olacak?
Ben söyleyeyim mi?
Daha haklı olacak…