4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

COVİD19 VE YERLİ ÜRETİM

           ATATüRK, ülkenin, bağımsızlığını koruyabilmek için, sadece askeri alanda değil, sosyal ve ekonomik alanda da yerli yapılanmanın, önemli olduğu düşünülüyordu. O nedenlede İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat  ve 4 Mart 1923 tarihlerinde toplandı.


             Kongrede, alınan kararlar içerisinde, hammadde üretimi ve işlenmesinin yurt içerisinde yapılmasını teşvik etmek vardı. Ayrıca, küçük atölyelerde, sınırlı sayıda sürdürülen üretimin, büyük ölçeğe taşınması planlandı.


             1946 yılından itibaren de “Yerli Malı Haftası “olarak kutlandı. 1983 yılında adı “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası “olarak değiştirildi.


            Her yıl, 12-18 Aralık tarihinde gerçekleştirilen yerli malı haftası boyunca tutum, yatırım ve Türk malları hakkında bilgi verilirken, okullardaki törenlerde, şiirler okunur, konuşmalar yapılır, skeçler ve oyunlar oynanır.


           1946'dan beri kutlanan “Tutum, Yatırım ve Yerli Malı Haftası” ekonomik krizlerin yaşanmaması, yabancı ülkelere, aşırı para akışının önüne geçilmesi ve toplum olarak bilinçli tüketicilik kavramının yayılması için, oldukça önemlidir.


             Bugün, geçmişteki yerli malı ile ilgili bu bilinç, erozyona uğradı. “Yerli malı, yurdun malı, her Türk onu kullanmalı” sloganı da geçmişte kaldı. ülkemizde,  tam tersi bir strateji hakim. Artık yerli malı, yeteri kadar rağbet görmüyor. Kalitesiz de olsa, yabancı menşeli mallar kapışılıyor.  Hatta Türkiye’de, üretilen mallara bile, yabancı isimler verilerek pazarlanıyor.


           Hayati ihtiyaçlar bile, yabancı ülkelerden temin edilmeye çalışılıyor. Bu yanlışğın bedelini de COVİD10 salgını nedeniyle, daha da net bir şekilde yaşıyoruz. çünkü her türlü aşıyı üreten Türkiye, bugün aşıda yabancı ülkelere muhtaç oldu.


             Oysa 27 Mayıs 1928’de, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü adı verilen Türkiye’nin, ilk halk sağlığı laboratuvarı, hizmete girmiş ve Enstitü,  hızlı yayılan enfeksiyon hastalıklarıyla, mücadele etmeye başlamıştı.


           1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak, yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçildi. 1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı. 1937 yılında, kuduz serumu üretilmeye başlandı.


           üretilen anti serumlar arasında, akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi, gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı. Enstitü Mustafa Kemal Atatürk, hayatını kaybettikten sonra, öyle başarılı işler yaptı ki 1940’lı yıllarda, Türkiye, Ortadoğu ülkelerine, Tifüs aşısı satacak noktaya geldi.   


             1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı. 1947 yılında, Biyolojik kontrol Laboratuvarı kuruldu.


.            Gıda kontrolü, İlaç Kontrolü, Farmakoloji, Parazitoloji, Su Analizleri, Mikoloji, Bakteriyoloji, Viroloji, Kültür Kolleksiyonu ve Antijen-antiserum laboratuvarı, Devlet’in hakem laboratuvarları, Tüberküloz Referans, Biyolojik Kontrol, Frengi teşhisinde TPİ testi, Toksoplazma laboratuvarlarını sayarken, daha sonraları ilave edilen Hematoloji, Biyokimya ve immünglobülin üretimi laboratuvarları yer aldı.


            Viroloji şubesi de Riketsiya ve Virüs aşıları üretmekteydi. Kızamık ve çocuk Felci haricinde, Tifüs, Kuduz, sonradan Dünya Sağlık Teşkilatının direktifi ile üretimi durdurulan ve stoklanan çiçek ve grip aşılarıydı.


             Bugün avuç dolusu dışarı para ödeyerek aldığımız Grip aşısı, yakın bir geçmişte yurdumuzda, dünya sağlık teşkilatının, her yıl belirlediği virüs yapısına göre, Viroloji şubesinde doku kültüründe üretilmekte ve küçük cam fılakonlar içinde halka satılırdı.


              Aynı zamanda, Enstitü'nün, İlaç Kontrol Şubesi devletin ilacını denetlerdi. Bu durum ilaç firmalarının, korkulu rüyasıydı. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü, Difteri, Boğmaca,       Tetanoz ve her türlü tedavi anti-serumunun üretilirdi.


                 Bakteri besiyerleri, büyük cam galonlar içinde, imal edilir ve oda kadar büyük neredeyse tarihi otoklavların içinde, sterilize edilirdi. üretilen anti serumlar arasında akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi, gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı.


               Refik Saydan Hıfsıhha Enstitüsü’ de, toplamda 17 farklı tip aşı üretilip, 35 farklı formül yapıldı. Kurum tarafından, üretilen serumlar ve aşılar, dünyanın, dört bir yanına gönderildi. Türkiye bir anda tüm dünyada saygın bir yere kavuşuyordu.


               27 Mayıs 1928 yılında, Cumhuriyet'in büyük yokluklarla kurduğu Refik Saydam enstitüsü, 2004 yılında ise Aşı üretim Enstitüsü, Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatıldı Hıfzıssıha Merkezi Başkanlığı ise 2 Kasım 2011 tarihinde, Resmi Gazete ’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapısına kilit vuruldu.


              REFİK SAYDAM HIFZISIHHA ENSTİTüSü’  nü kapatanlar, Corona Virüs(Covid19) salgını karşısında, ne düşünürler, bilinmez ama Enstitüsü, korunup, kollansa, her türlü destek de verilseydi.  Corona Virüs (Covid19), salgını nedeniyle  ülkemiz, için, gerekli olan  ilaç ve aşı gibi, ihtiyaçlar, başka ülkelerden,  beklenmezdi.


            Ayrıca Covid19 krizi, globalleşme sevdasının, sona erdiğini, ulusallaşmanın, çok daha ön plana çıktığını birebir hissettirdi. Avrupa Birliği bile,kendi içinde sınırlar oluşturdu. Artık, ulusal bilinç, ulusal hakimiyet ve yeterlilik her şeyin önünde geliyor. ülkelerin bağımsızlığı ve bekası tarım ve gıdada kendilerine, ne kadar yeterli olduklarıyla doğru orantılıdır.


           Nitekim ATATüRK “ Siyasal, askerî zaferler, ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa, meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner” demiştir.


            çağımızın, İktisadi istiklalini, kaybeden toplumlar, Siyasi istiklalini de mihnet yükü gibi taşırlar. Bu nedenle de Türk insanı, tutumlu olmalı, yerli malı üretmeli ve tercih etmelidir. çünkü yerli ve milli üretime dayalı ekonomi politikalar, Türkiye’yi, dünyanın, tedarik merkezi haline getirirken, İnsanımız, için de iş ve aş demektir.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM) Arşivi