
Gürcan Banger
Değiştiği kuşkulu toplum
Görüntüye bakarsanız değişim olağanüstü boyutlarda… Fiziksel görüntü olarak dünyanın herhangi bir toplumundan farkımız yok. Giyim kuşam, günlük kullanımdaki aygıtlar, cadde ve sokakları işgal eden ışıklı mağazalar ve rengârenk reklamlar, binaların dış kaplama görüntüleri… Bizi çepeçevre saranların Prag’dan, Strazburg’tan, Londra’dan, Viyana’dan, Paris’ten ne farkımız var? Bizimkiler az buçuk kitsch olsa da, o kadarı kadı kızında da var.
Değişim ölçeği önce yereldi, sonra bölgesel ve ardından ulusal oldu. 19 ve 20’nci yüzyıl boyunca uluslararası olana dikkat ettik. Sonsa çok uluslu oldu. 1900’lü yılların son çeyreğine girmeden ulus ötesi olana erişmiştik. Şimdilerde ise yaşadığımız ölçeğin küresel olduğunu fark ediyoruz. Örneğin dünya ilk kez küresel bir kriz yaşıyor. Doğal yaşam alanları ilk kez küresel ölçekte tehdit altında… Ve ilk kez çözümleri küresel boyutlarda bulma ihtiyacı içindeyiz.
Toplum olarak değişen dünyayı hâlâ dokunulabilir nesnelerle kavramaya çalışıyoruz. Değişimi fark edip etmediğimiz konusunda bir soruya muhatap olsak, muhtemelen bilgisayarlardan, karmaşık cihazlar haline dönmüş cep telefonlarından veya dev gibi yapılardan söz ederiz. Büyük alışveriş merkezleri, değişen otomobil modelleri, yeni teknoloji ile üretilmiş TV cihazları, cep ve çantalarımızın vazgeçilmezleri arasına giren akıllı telefonlar, sürekli yenilenen bilgisayar ve yazılım uygulamaları vb… Pek çoğumuz için değişim, öncelikle ona dokunabilmek demek…
Dokunulmayan değişim olur mu? Gözle görüp elle dokunabildiğimiz maddi değişimin arka planında fikrî değişimin yer aldığını çoğu zaman unutuyoruz. Dokunulmayan ama akılla kavranabilen değişimin unsurları; zihniyettir, fikriyattır, bilimdir, sanattır, geleceğe ilişkin felsefi öngörülerdir.
Kişi, yeterli düzeyde eğitimli olmasa bile teknolojinin ürünlerini kullanabilir. Örneğin otomobil kullanmak için okuma-yazma yeterli bulunduğundan, kanunda yazılı ilköğretim diplomasından fazlası gerekmez. Fakat dünyadaki fikrî değişimi anlamak için sadece temel eğitim yetmez; bundan başka biteviye üretilen yeni eserleri okumak ve belki de tartışmak gerekir; çünkü yaşadığımız zaman, yaşam boyu eğitimi gerektiriyor.
Çok okuyan bir toplum değiliz. Okuyanı takdir ettiğimiz kadar tehlikeli de buluruz. Bu ülkenin okuduğu ve yazdığı için başı derde giren çok sayıda entelektüeli olduğunu bilirsiniz. Kitaba verilen para, boşa harcanmış muamelesi görür. Buna bağlı olarak kitap sektörümüz de fazlaca bir gelişme gösterememiştir. Diğer yandan gelir düzeyi düşük bir toplumda fikir üretme mekanizmalarının da zayıf olması son derece olağandır.
Devlet ve vakıf üniversitelerimizde çok yaklaşık olarak 185 bin dolayında öğretim elemanı olduğunu tahmin ediyorum. Bu büyük topluluk tarafından üretilen, küresel endekslere uygun, yeterli sayıda nitelikli bilimsel makale olmadığını biliyoruz. Türkiye’nin bilimsel sıralamadaki yeri üst sıralarda değil. Ama kitapçı vitrinlerine baktığımızda; bu büyük topluluk tarafından yılda üretilen güncel kitap ve dergi makalesi sayısının da pek fazla olmadığını gözlüyoruz.
Fikrî üretimdeki bu kısırlık, basın manşetlerinden TV kanallarının günlük programlarına kadar her alana yansıyor. Ciddi bir sığlık ve düzeysizlik içinde pireyi deve yaparak ya da devekuşu gibi kafamızı kuma sokup ciddi sorunları görmezden gelerek gün geçiriyoruz. Depremi yaşayarak kavradığımız gibi, Dünyadaki değişimi de dokunarak kavramak istiyoruz. Ama düşünmeyi, okumayı, sağlıklı tartışmayı ve yazarak paylaşmayı öğrenemediğimiz sürece değişim, bizim için korkulacak bir şey olmaya devam edecek.
Bir toplumda yeni fikrî açılımların olması veya başka çevrelerde üretilen yeni yaklaşımların kök tutabilmesi için o ülkenin sosyal yapısının buna uygun olması gerekir. Düşüncenin önündeki hukuksal, kültürel ve töresel engeller olduğu sürece yeni fikirlerin kamuoyuna mal olması mümkün olmaz.
Düşüncenin önünde engellerin olmadığı gerçek anlamda bir demokratik ülkede yaşamıyoruz. Engellerin bir kısmı yasalardan, bir diğer bölümü bunların uygulanmasından kaynaklanıyor. Ama hedeflerimizin olmayışı ve kendimiz için bir gelecek tasarımı yapmıyor oluşumuz da kendi etrafımıza ördüğümüz dört duvar olarak hizmet ediyor.