
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Hassasiyetin zerresi yok!
Atatürk, yurt gezilerinden birinde, tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşır.
– Kolay gele, bereketli ola Ağa…
– Allah razı olsun Bey…
– Hayrola Ağa, öküzün tekine ne oldu?
– Devlete vergi borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.
– Sağlık olsun ağa…diyerek, konuşmasını kısa keser.
çiftçinin adının Halil Ağa olduğunu öğrenen Atatürk; Salih Bozok'u yanına çağırır;
– Salih, yarın sabah git Halil Ağa'yı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de…
Ertesi gün; Salih Bozok, Halil Ağa'yı bulur ve Atatürk'ün yanına getirir. Atatürk Halil Ağa'ya dönerek; “Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha” der.
İCRAYLA SATILAN öKüZ
Halil Ağa, tekrar anlatır. Atatürk kaşlarını çatarak İsmet Paşa ve Şükrü Kaya'ya dönerek;
– Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı'nı Halil Ağa'nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Vatandaşı böyle mi koruyacağız? Gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.
Bu konuşma üzerine, olayı fark eden Halil Ağa Atatürk'e dönerek;
– Sen Atatürk Paşa'msın galiba, ne olur beni bağışla kusur ettim diye yalvaracak olur. Atatürk, bir yandan tebessüm eder bir yandan da Halil Ağa'nın sırtını okşayarak;
– Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın… der ve Halil Ağa'yı ayakta uğurlar
(Noelle ROGER, Olaylar ve Atatürk, s.41-42).
***
Bu olaydan sonra aşağıdaki kanun bir gecede hazırlanıp yasalaştırılmıştır. İcra İflas Kanunu Madde 82/4.: Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez.
***
Kanun hala yürürlükte…
Ama gelin görün ki; kanunu şu sıralar pek takan yok galiba.
Zira…
Her gün çevremizden ve televizyon kanallarının haberlerinden, çiftçinin Traktörü-Biçerdöver’i başta olmak üzere ne varsa haczediliyor.
Ne diyelim?
Türk çiftçisine karşı 80-90 yıl önce gösterilen hassasiyetin bugün zerresi yok.
.....
Eskişehir siyasetinin enteresan
bir simasıydı Demir Berberoğlu…
12 Eylül askeri darbesi sonrasında, siyasi yasakların olduğu bir dönemde, Doğru Yol Partisi’nin kurucu il başkanıydı Demir Berberoğlu.
Dönemin DYP Genel başkanı Hüsamettin Cindoruk zehir zemberek açıklamalarıyla siyaseti salladığı sırada, Demir Berberoğlu da İl Başkanlığı yaptığı Eskişehir’de yaptığı sert açıklamalarıyla adeta Cindoruk’u aratmıyordu.
Galatasaray Lisesi ve Ankara Hukuk Fakültesi mezunu olarak iyi bir eğitim almıştı.
Kendine has özellikleri olan bir isimdi.
Keyfine düşkündü örneğin.
Seçim zamanı gezmek için Kanada’ya gidecek kadar gamsızdı.
Dilinin kemiği yoktu.
Hangi konuda olursa olsun, karşısındaki isim kim olursa olsun hiç fark etmezdi. çünkü ağzına geleni geldiği gibi söylerdi.
Klasik Otomobillere merakı vardı.
Otomobil yarışlarının önemli isimleri arasındaydı.
***
DYP’nin koalisyon ortağı ile iktidara geldiği yıllarda, Askerlik arkadaşı olan Ali Fuat Güven’in Eskişehir’e vali olarak atanmasının baş aktörüydü.
Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in “Yaşı çokok genç” diye Güven’in valiliğine karşı çıktığında “Sen kaç yaşında Belediye Başkanı oldun? Başkan olduğunda bundan da genç yaştaydın?” diyerek onu köşeye sıkıştırmış ve Ali Fuat Güven’in Eskişehir’e vali olarak atanmasını sağlamıştı.
***
95 yılında Milletvekili olduğunda, Meclis İnsan hakları Komisyon Başkanı gibi önemli bir grevi üstlendi.
İnsan hakları ihlalleri konusunda yazdığı raporlar ve yaptığı açıklamalar uzun süre gündem oluşturdu.
“Dilinin kemiği yoktu” dedik ya;
İşadamları ile bir toplantı sırasında, bir yakınına iş isteyen işadamını “Benden, ihtiyacın olan krediyi bulmamı, malını satacak pazar bulmamı, yaptığın işte yaşadığın sıkıntıları gidermemi iste önüne düşüp yapayım. Ama benden yakının için iş bulmamı falan isteme. Benim partilim iş beklerken kusura bakma ama senin yakınına iş falan bulamam.” Diye haşladığı olmuştu.
***
Aynı tavrı partisinde de göstermekten çekinmezdi.
DYP’nin Refah Partisi ile yaptığı koalisyona açıkça karşı çıkan birkaç vekilin arasındaydı.
Genel başkanı Tansu çiller’i “ülkeyi uçuruma sürüklüyor” diye, eşi özer çiller’i “Milletvekili pazarı kurmuş” diye alenen eleştirme cesaretine sahipti.
Bu durum haliyle, kurucu il başkanlığı yaptığı DYP’de daha fazla kalmasına olanak tanımadı.
İstifa ederek Anavatan Partisi’ne geçti.
Sivri dili orada da başına dert oldu.
Geçtiği Anavatan Partisi’ne bir türlü uyum sağlayamadı.
Sonunda siyasete noktayı koyup, köşesine çekildi.
Anavatan Partisi macerasını ise “Yalvar yakar çağırdılar, apar topar göndermek istediler” diye özetlemişti.
***
Severdik kendisini.
Mesleğimizin gençlik yıllarındaki en önemli siyasetçilerinden biriydi.
Karşılıklı iyi ilişkilerimizin olduğu bir sevgi bağımız vardı.
Dün sabah saatlerinde aldık acı haberi…
Korona testi pozitif çıktıktan sonra Ankara’da hastaneye kaldırılıp tedavi altına alınmış Demir Berberoğlu.
Tedavisi 3 hafta boyunca devam etmiş.
Tedavi sonuç vermiş ve hastalığı atlatmış.
Tam hastaneden taburcu edilme öncesi geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını kaybetmiş.
Büyük üzüntü duyduk.
Mekanı cennet olsun…
.....
Keramet aradan geçen Nehirde değil!
Anadolu üniversitesi önceki dönem Rektörlerinden olan Prof Dr Davut Aydın anlatmıştı.
Bir zamanlar gidip yerinde de görmüş.
Amerika ile Meksika arasında bir Nehir aktığını, bu Nehrin aynı zamanda bu iki ülkeyi ayıran doğal bir sınır olduğunu söyledikten sonra: “Bölge aynı bölge. Tek fark, Nehirin bir tarafında milli gelir 25-30 bin dolar, diğer tarafında ise 5-6 bin dolar.
Nehrin bir tarafında zenginlik ve iyi yaşam şartları ve güçlü bir devlet, aynı Nehrin diğer tarafında ise fakirlik ve yoksul bir hayatın sürdüğü güçsüz bir devlet.”
Sonra da devam etmişti;
-”Keramet elbette Nehir'de değil. Keramet; Nehrin bir tarafında Demokrasi, İnsan Hakları, özgürlükler ve işleyen bir Hukuk ve Adalet sisteminin olması, diğer tarafta ise bu saydıklarımın olmamasıdır.”
ülkelerin neden güçlü ya da güçsüz olduklarını net bir biçimde anlatan güzel bir örnek…
ülke olarak fakirleşiyoruz.
Milli gelir ve bununla birlikte alım gücü de her geçen yıl daha da düşüyor.
“Neden böyle oluyor?” sorusunun cevabı ise yukarıdaki örnek kadar net!