
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Herkesin ekonomisi...
Eğer ekonomi iyi ise…
Yılların esnafı, tüccarı ve sanayicisini ekonominin kötü olduğuna kesinlikle inandıramazsınız…
Zira…
Onların kendi satışları, kazançları, defterleri, kısacası kendi ekonomileri aynı zamanda ülke ekonomisinin bir yansımasıdır.
Aynı şekilde…
Eğer ekonomi iyi ise…
İşçiye, memura, emekliye, çiftçiye ekonominin kötü olduğunu mümkün değil anlatamazsınız.
İnanmaz çünkü…
Bütün gazeteler, bütün televizyonlar bangır bangır yayın yapıp, günlerce “ülke batıyor” diyor olsa bile ikna edemezsiniz.
Aldığı parayı da, aldığı paranın alım gücünü de yakından bilir çünkü…
öte yandan…
Eğer ekonomi kötü ise, ne yaparsanız yapın aynı şekilde, hiç kimseye ekonominin iyi olduğunu anlatamaz, onları buna inandıramazsınız…
O yüzden…
Her ne kadar makro’ları ve mikro’larıyla, döviziyle-hisse senetleriyle ve sık sık duyup, bir türlü anlamlarını bilmediğimiz yabancı terimleriyle konuşulsa da, ekonomi aslında herkesin kendi cüzdanı ölçeğinde yakından bildiği bir konudur…
Herkesin, fabrikasında, iş yerinde, dükkânında, evinde hissettiği ve yaşadığı ekonomi, aslında o ülkenin ekonomisinin ta kendisidir…
Kendi ekonomik göstergeleri kötü olan biri, ülkenin iyi olduğu söylenen göstergelerine itibar etmez…
Yaptığı işte büyüyemeyen biri, ülkenin büyüdüğü haberlerine inanmaz.
Bankasında, kasasında, cüzdanında para olmayan birilerini, “ülkeye tonlarca para girdi” haberleri hiç mi hiç bağlamaz.
Sonuç olarak…
Toplumu ekonominin ne durumda olduğu konusunda kandırmak asla mümkün değildir…
“İyi” olan ekonomiyi “Kötü”, “Kötü” olan ekonomiyi ise topluma “İyi” olarak hiç kimse yutturamaz…
Ekonominin iyi ya da kötü ne durumda olduğunu öğrenmek mi istiyorsunuz?
çıkın sokağa her önünüze gelen tanıdıklarınıza sorun işlerin ne durumda olduğunu…
“çok şükür” diyorsa çoğunluk, bu ekonominin iyi olduğunu, “Bu günümüze şükür” diyorsa, ekonominin kritik olduğunu “Valla eski işler yok” diye cümleye başlıyorsa, bu da ekonominin kötü olduğunu gösterir…
Eğer ki:
“hangi işten bahsediyorsun?” diye sorunuza soru ile karşılık veriliyorsa (ki şu sıralar genelde ben bununla karşılaşıyorum) orada fazla durmayın, hemen uzaklaşın…
Zira…
Orada ekonomi adına söylenecek söz bile kalmamıştır…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Cuk oturuyor bu söz var ya!
Sivrihisarlı değilimdir ama Sivrihisarlıları severim…
Gereksiz harcama yapmama alışkanlıklarının cimrilikle yaftalandığına ve bu yüzden de haksız yere mağdur edildiğine inanırım…
Söz konusu mağduriyeti de, israftan ve tasarruftan bi haber olanların yarattığını düşünürüm hep…
Her neyse…
Sivrihisarlılar kadar Sivrihisarlıların kendilerine özel bazı sözlerini de çok severim…
Hele bir tanesi var ki, özellikle şu seçim öncesi süreçte, bazı adayların yaptığı açıklamaları duyduğumda aklıma hep o beğendiğim söz geliyor…
Seçime birkaç gün kaldığı için ve gereksiz yere gerilim yaratmama adına, ne adayları ne de saçma sapan açıklamalarını açıkça eleştirmekten imtina ediyorum…
Fakat bu hassasiyetim o sözü yazmama bir engel değil…
Ne mi o söz?
Hemen söyleyelim:
“Dört diyo, Dokuz diyo, topluyo, Otuz diyo…”
Bu söz var ya…
Bazı adayların başı sonu belli olmayan, saçma sapan açıklamaları karşısında söylenebileceklere resmen “cuk” oturuyor…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Her şey var, hiçbir şey yok…
çukurağıl sakinlerinden Muharrem Kurt dert yanmış.
-“Bu Mahalle çukurağıl’a benzemiyor. Gel de hali bir gör! Köyümüz güzel ama yönetimi, sahibi yok. Camisi var halısı yok. Minaresi var, hoparlörü, mikrofonu yok. Okulu var, duvarları ve kapıları yok. Arsası olan çok, tapusu olan yok. Bir muhtar vardı, 15 yıldır muhtarlık yapıyordu, şimdi o da yok.
Sağ olsun büyükşehir belediyesi saatte bir otobüs koydu, bineni çok.
Hani ezan sesi durmayacaktı? Bayrak inmeyecekti? Bizim köyde ikisi de oldu. Bizim mahalleyi kim yönetiyor hiç bilen yok.
Düğün salonu var düğün yapan yok. Mezarlığı var kapısı yok. İmam mikrofonsuz ezan okuyor, duyacak kulak yok… Ben yok demeyi sevmem ama yok işte yok! Gelin şehirdeki kardeşlerim. Sizlere yer verelim. Gelin çukurağıllılar, köyünüze geri gelin.”
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Adaylar vaat vermekten, seçmen ise bunları dinlemekten bıkmadı…
Her seçim öncesinde vaatler adeta havada uçuşur ya…
Bu seçim öncesi de kural değişmedi.
Eskişehir’e yapmadıkları hizmet kalmadı muhteremlerin!
Yine “Yapacağız-edeceğiz” diye yemin billah ediliyor…
Yine “Yapmazsak namerdiz” diye 9 takla atılıyor birbiri ardına…
Verdikleri vaatlerin gerçekleşmesiyle şehrin herkese parmak ısırtacağı falan söyleniyor…
Yine “Yaparsak biz yaparız” diye afişlerle donatılıyor şehrin dört bir yanı.
Verdikleri müjde ve vaatleri alt alta sıraladığında zannedersiniz ki Eskişehir Paris’e parmak ısırtacak…
Her adayın her vaadi gerçekleşebilse, sanırsınız ki Norveç’te yaşayanlar kavimler göçü misali akın akın Eskişehir’e gelip yerleşecek.
Tabi seçim öncesi verilen bu sözlerin seçmen nazarında hiçbir anlamı yok
Herkes, her söylenenin seçim gününe kadar olduğunu ve seçimden sonra verilen bu sözlerin unutulacağını çok iyi biliyor
Buna rağmen…
Ne adaylar tutamayacakları vaatleri vermekten vazgeçebiliyor ne de seçmen bu asılsız vaatleri dinlemekten…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
BİRAZ DA GüLMEK LAZIM
Dört kaplumbağa pikniğe çıkmaya karar veriyorlar. Erzakları hazırlayıp yola koyuluyorlar. Bir yıl, iki yıl, beş, on yıl derken otuz yıl sonra piknik yerine varıyorlar. Hemen erzakları çıkarıyorlar, gazozlar yiyecekler her şey ortaya çıkıyor.
Gazozlarda şişe gazoz. Ve açacak YOK! Tek çözüm birinin eve gidip açacağı alıp gelmesi. Doğal olarak en genç kaplumbağayı seçiyorlar. Genç eleman:
- "Giderim, ama bir şartım var" der ve ekler.
- "Buradaki yiyeceklerin hiçbirine ben gelinceye kadar dokunulmayacak.
Diğerleri de bunu kabul eder. Kaplumbağa yola çıkar. Aradan bir, iki, on, yirmi yıl geçer. Bu arada yaşlı kaplumbağalardan birisi fenalaşır, ölmek üzeredir. Arkadaşlar ne yapsa faydasız. Kaplumbağanın son dileği olup olmadığını sorarlar. O da:
- Gerçi genç kaplumbağaya söz verdik ama, şuradaki sarmalardan bir tanesini yesem olur mu? der. Diğerleri de kıramaz ve:
- "Elbette" diyerek, sarmalardan birini verirler.
Tam ağzına atacağı sırada genç kaplumbağa çalıların arasından fırlar ve bağırır:
- Gitmiyorum işte, gitmiyorum.