Kent, iletişim ve demokrasi

Kent olgusu ile ilgili önemli bir konu, artık temsili demokrasinin yeterli olmadığı, halkın doğrudan katılımının sağlanacağı mekanizmaların oluşturulması gereğidir. Kısacası katılımcı demokrasi… Bugün mevcut olan mekanizmaların bu konuda son derece yetersiz olduğu ortada… Ayrıca bu mekanizmaları işleten kişi ve kuruluşların da katılımcı demokrasi konusundaki bilgi ve deneyimleri yeterli değil… Çoğu zaman bu mekanizmalar kişisel ikbal ve makam beklentilerine feda ediliyor.

Kent söz konusu olduğunda konuşan, görüşen, kararlar üreten, yönetime ve denetime katılan bir sosyal anlayış ve vatandaşlık ruhu yaratmamış gerekiyor. Buradaki anahtar kavramlardan biri iletişim…

İletişim, “duygu, düşünce veya bilgilerin mümkün olan her türlü yolla başkalarına aktarılması” demek. Birincisi; iletilen bilginin bir göndericisi, bir de alıcısı var. İkinci olarak; hem gönderen hem de alan iletilen bilgiyi anlıyor.

Sözcük olarak iletişim kadar fazla kullanmasak bile; her gün içinde yer aldığımız olgulardan bir diğeri ise siyasal iletişim… Siyasal nedenlerle belli bir hedefi gerçekleştirmek üzere bir topluluğa bilgi aktarılması sürecine siyasal iletişim deniyor. Anlaşıldığı gibi; siyasal iletişim, bir ikna çalışması. Dolayısıyla iletişimi başlatanın kim olduğundan daha çok, içeriği ve hedefi önem kazanıyor.

Yeri gelmişken; siyasal iletişimle ilgili, ama kamuoyunda fazla bilinmeyen bir kavramdan daha söz etmek isterim. Kimi zaman bireyler, düşünceleri ve görüşleri hakkında iletişimde bulunmak istemezler. Zihinlerindeki kendi gerçeklerini ifade etmedikleri durumlar olur. Böylesi ortamlarda kamuoyu araştırmaları doğru sonuçlar vermez. Bir örnek olarak; kişinin, içinde yaşadığı topluluğa hâkim olmuş genel kanaatleri bildiği, kendisi bundan farklı düşündüğü halde genel kanaatle çatışmamak için fikrini açıklamadığı durumu gösterebiliriz. Kişi, soyutlanmama veya yaptırıma uğramama adına görüşünü kamusal alanda açıklamaz veya sözleri tam olarak gerçek kişisel düşüncesini ifade etmez. Böyle bir durum, suskunluk sarmalı olarak isimlendiriliyor. Bu teorinin yaratıcısı bir Alman siyasal bilimcisi olan Elisabeth Noelle-Neumann’dır. (Hatırlamak için: Kamusal alan, çağdaş toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için kullanılan kavramdır.)

Yakın zamanlarda mahalle baskısı başlığı altında yapılan tartışmaları hatırladığımızda; suskunluk sarmalı konusunu da daha iyi kavrayabiliriz. Noelle-Neumann’ın bu teorisi, insanların her zaman kendilerini net ve saydam olarak ifade edemediklerinin önemli bir açıklamasıdır. Dolayısıyla toplumsal ortak paydanın ve sosyal uzlaşmanın oluşacağı bir kamusal alan yaratmanın hiç de kolay olmadığını doğrulamaktadır. Demokrasi ve hoşgörü kültürünün derinleşemediği toplumumuzu dikkate aldığımızda, suskunluk sarmalı gerçeğini bir kez daha derinden kavrıyoruz.

Bir toplumda demokrasi kültürünün gelişmesi ve tüm kurumlar anlamında derinleşmesi için iletişimin tüm araçlarıyla zenginleşmesi gerekiyor. Daha fazla kitap, dergi ve gazetenin yayınlanması yanında okunma yoğunluğu ile sayısının artırılması şart… Hiç kuşkusuz; bu tespitin bir sivil toplum ve kamu politikası halinde gerçekleşmesi süreci hızlandırıcı etki yapacaktır. Suskunluk sarmalından kurtulup gerçek anlamda iletişim kuran bir toplum olmanın adımlarından biri budur.

Düşünür Noelle-Neumann, suskunluk sarmalı teorisini kararsız ve yön değiştiren oylar konusunda yaptığı çalışmalar sırasında üretmiştir. Pek çok kamuoyu araştırmasında kararsızların ‘birinci parti’ olarak çıkması, bu kavramın ve arkasındaki gerçeklerin ne denli önemli olduğunu doğrulamaktadır.

Suskunluk sarmalını kırmak, kırılmasını sağlamak gerekiyor. Bu yönlü çalışmalar soluklu, azimli ve uzun dönemli olmak zorunda. Toplum ve ülke konusunda sorumluluk duyan her bireyi ilgilendiren bir konu bu…

Kentle ilgili konularda ana fikir, yönetici büyüklerimizi ya da birtakım uzmanları dinlemek yanında kentin bütününü konuşan bir toplum haline getirebilmekte. Aksi durumda “Ben yaptım oldu” ya da “Ben bilirim; ne lazımsa yaparım” türünde katılımcı olmayan anlayış ve uygulamalardan kurtulmamız mümkün değil.

Sözün kısası; toplumu ve yurttaşları konuşmayı, görüşmeye teşvik edeceğiz; buna uygun mekanizma ve mekânları geliştireceğiz; ufkumuzda da tam katılımlı demokrasi anlayışı olacak. Gerisi hikâye… Dinle, eve git, yat ve uyu; sabah olduğunda geriye bir şey kalmasın. Zaten yıllardır bunu yapmıyor muyuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi