
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Saadet zinciri!
CHP’de, yıllar önce yapıldığı gibi hakim huzurunda önseçim olsaydı…
Yani…
Gerek milletvekili, gerekse belediye başkan ve meclis üye adayları yargı gözetiminde yapılacak bir önseçimle belirlenmiş olsaydı…
1-İlçe başkanı, ilçesinin Belediye Başkanının emrinde olmazdı.
2-İl başkanı ve kurultay delegelerini belediye başkanları ve milletvekilleri belirlemezdi.
3-Milletvekilleri, belediye başkanlarının himayesine girme ihtiyacı duymazdı.
4-Belediye başkanları kendisini partinin üzerinde görmezdi.
5-Belediye meclis üyeleri, belediye başkanlarının eş-dost-akrabalarından oluşan ve başkanın sözünden çıkmayan insanlardan oluşmazdı.
6-Milletvekilleri, yeniden seçilmek için genel başkanın kapı kulu olmazdı.
7-Genel merkez yöneticileri, yeniden yönetici olmak için genel başkan önünde 9 takla atmazdı.
8-Hiçbir il başkanı, belediye başkanı, milletvekili, genel merkez yöneticisi ve hatta hiçbir genel başkan, hiçbir büyük kongre delegesine “Sen kurultay toplansın diye nasıl imza verirsin?” diye hesap soramazdı.
Eğer CHP’de, yıllar önce yapıldığı gibi hakim huzurunda önseçim olsaydı…
Mahalle delegesinden Genel başkana kadar herkes bulunduğu göreve seçimle geleceği için, partide herkesin başı dimdik olurdu.
Partisinden gelecek her türlü dayatma karşısında “Ben seçimle, hem de yargı gözetiminde yapılan seçimle bu göreve geldim” deme cesaretine sahip olurdu.
Sadece, hakim huzurunda yapılan bir önseçim bile, partinin bugün yaşadığı tüm sorunlarını bir çırpıda ortadan kaldırırdı aslında…
Fakat bu yapılmadığı için CHP’de ilçe ve il başkanlarını belediye başkanları belirliyor.
Teşkilatlar, belediye başkanlarının sanki ayrı bir müdürlüğü gibi görülüyor.
Parti belediyelerden yönetiliyor.
Milletvekilleri, belediye başkanlarının, belediye başkanları ise genel başkanların sözünden dışarıya asla çıkamıyor.
Kısacası…
Genel başkan ve yönetiminin tüm yurda yayılmış bir saadet zinciri yaşanıyor.
İşin kötüsü…
Saadet’i kendileri yaşarken, zincir kısmı oy verenlerin boynuna kalıyor…
.....
Bu teker daha ne kadar döner?
Verdiğimiz rakamlar resmi değil…
Bu konuda yapılmış bir araştırma da yok.
Ama söylenenler ortada…
Bundan 2-3 yıl önce, çalışanların maaşını kredi çekerek ödeyen ve çarkı bu şekilde döndüren 100 firma varsa, bu gün bu yöntemle çarkı döndürmeye çalışan firma sayısı bin’leri aşmış durumda.
Yani…
Adam üretim yapıyor, yaptığı üretim için işçi çalıştırıyor, çalıştırdığı işçinin ücretini ise bankadan çektiği kredi ile ödüyor…
Ancak…
Görünen o ki iş zurnanın zırt dediği yere gelmiş.
Bankalar, geri dönüşü olmayacak endişesiyle kredi vermeyi olabildiğince azaltmış.
Bayramdan sonra, özellikle de Eylül ayında kredilerin tamamının kesileceğinden bahsediliyor.
Bu, üretim yapan firmaların çalışan ücretlerini kredi çekip, ödeyemeyeceğini gösteriyor.
Maaş veremeyince işçi çıkartılacağından söz ediliyor.
İşçi çalışmaz, üretim olmazsa, üretim yerlerinin kapanacağından bahsediliyor…
Kısacası…
Şu sıralar teker ittirmeyle-kaktırmayla, banka kredileriyle falan kör topal gidiyor…
Ama görünen o ki, bu şartlar altında pek uzun gidemeyecek…
.....
Kime güveniyoruz?
En son yapılan bir anket var…
Soruyorlar insanlara “En çok kime güveniyorsunuz?” diye.
Verilen cevaplara göre bir sıralama yapılıyor.
Toplumda en çok Eğitimcilere güven duyulduğu çıkıyor ortaya.
Yani…
100 kişiden 86’sı Eğitimcilere güven duyduğunu söylüyor.
Sonra da sırasıyla:
-Yüz kişiden 81’i sağlıkçılara…
-Yüz kişiden 74’ü Asker’e…
-Yüz kişiden 69’ı Polis’e
-Yüz kişiden 44’ü Yargıçlara…
-Yüz kişiden 43’ü Dini liderlere
-Yüz kişiden 37’si Gazetecilere…
Ve
-Yüz kişiden sadece 17’si Politikacılara güvendiğini söylüyor.
Sonuç, siyasetçilere güven açısından tam bir felaket.
Yüz kişiden ancak 17’si güven duyabiliyor siyasetçiye.
Aslında bu durum siyasetin bu ülkede ne durumda olduğunu da ortaya koyuyor.
Siyaset, asıl itibarıyla insanlara hizmet edebilmenin en iyi yolu.
İnsanlara hizmet eden bir kurumun da son derece güvenilir olması lazım.
Fakat, bu hizmet gereğince yapılamıyor olmalı ki, siyaset kurumu da en güvenilir olmayan kurumların başında geliyor.
Bu güne kadar sürekli olarak siyaset kurumunun bu işte bir suçunun olmadığını dile getirdik.
Asıl suçlunun, siyaseti kötü şekilde yapanlarda olduğunu söyledik.
Hala o fikirdeyiz.
Zira…
Kötü siyasetçi, siyaset kurumunun da bir anlamda içine ediyor.
O yüzden…
Eğer siyaset kurumu güvenilir hale gelecekse, bu öncelikle siyasetçinin kalitesinden geçiyor.
Yani…
“Siyasetçi düzelirse, siyaset de düzelir” e gelip dayanıyor iş…
Sonuç olarak…
Siyaset kurumunun en güvenilir olmayan kurum olması bu gün için çok normal.
çünkü…
Bir anlamda siyaset kurumuna da şahsiyet kazandıracak, O’nu güvenilir kılacak siyasetçi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
.....
Sevgi tercih, saygı mecburiyettir…
Ortada hiçbir neden olmasa bile, adeta nefret edersiniz…
Yine, bazı insanlar vardır seversiniz…
Ortada sevmenizi gerektirecek bir neden yoksa bile, kanınız kaynar, kendinize yakın bulursunuz…
Demek ki, Sevgi bir tercih meselesidir…
Sevmek ya da sevmemek, insanın tercihine kalmış bir olgudur…
Ama Saygı böyle değildir…
Nefret ettiğiniz bir insana bile saygı duyabilirsiniz…
Diğer yandan…
Sevdiğiniz bir insana, saygı da duymayabilirsiniz.
Demek şöyle bir şey ortaya çıkıyor ki;
Sevgi tercih, saygı mecburiyettir…
Nedendir bilinmez, insanların kesin çizgileri var…
Sevdiği insana saygı duyup, sevmediği adama ise bir türlü saygı duymamak gibi...
çünkü tarafsız değil.
Her olaya kendi tarafından baktığı için, onu sadece kendi tarafı ilgilendiriyor.
örnek vermek gerekirse…
AKP’den nefret eden biri, AKP’nin gerçekleştirmiş olduğu ve gerçekten halkın yararına olan bazı hizmetlere, saygı duyabilir…
Yani AKP’den nefret etmesi, AKP nin gerçekleştirmiş olduğu bu uygulamalara saygı duymamasını gerektirmez.
Bu örneğin tam tersini Eskişehir ölçeğinde değerlendirirsek…
AKP görüşünde olan insanların, hiç sevmedikleri Büyükşehir belediye Başkanının şehir ve şehirli menfaatine olan hizmetleri takdir edilmeyecek bir durum değildir
Ama nedense…
Yukarıda da söylediğimiz gibi, bazıları tarafsız olmaktan çok, meselelere kendi tarafından bakıyor.
Dolayısıyla da, sevmedikleri insanın ne kendisine, ne de yaptıklarına saygı duyuyor…
.....
Biraz da
gülmek lazım
Karadenizlilerle Kayserililer karşılıklı siperlere yatmış kıran kırana savaşıyorlarmış ama birbirlerine üstünlük sağlayamıyorlarmış derken Kayserililer aralarında toplanıp:
Bu böyle olmaz bi şeler düşünüp yenmeliyiz şunları demişler içlerinden biri bunların çoğunun adı Temel'dir Dursun'dur demiş herkes siperine dönmüş nişan almış bu Kayserili ''Ula Temel sen misun?'' diye seslenmiş karşı taraftaki Temeller ''Ula benim benim'' diye ayağa kalkınca Kayserililer hepsini vurmuş ardından ''Ula Dursun sen misun?'' diye seslenip ayağa kalkan Dursun'ları da vurmuşlar! Bu kez sayıları azalan Karadenizliler toplanıp plan yapmışlar siperlerine dönüp nişan almışlar içlerinden biri iki siper arasına 20 lira atmış ''Ula bu para kimindur?'' diye seslenmiş karşıya Kayserililer hep birden ''Benimdir benimdir'' diye ayağa kalkınca Karadenizliler Kayserililerin hepsini vurmuş!