
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Üniversiteyi marka yapan fakültelerdir...
çoğu kişi belki hatırlamaz…
Anadolu üniversitesi bölünüp, Osmangazi üniversitesi kurulduğunda, başta Tıp Fakültesi Osmangazi üniversitesi bünyesine geçirilmişti.
Birkaç yıl süreyle Osmangazi Tıp Fakültesi’nden mezun olanlara Anadolu üniversitesi diplomaları verildi.
çünkü…
Tıp Fakültesinden mezun olanlar, yeni kurulmuş olan Osmangazi üniversitesi diplomasını istemeyerek, yeni duruma tepki gösterdiler.
İçlerinden, Osmangazi üniversitesi diplomasını almayacaklarını açık açık beyan edenler bile oldu.
Bu yüzden, öğrenciler resmi olarak Osmangazi üniversitesi Tıp Fakültesini bitirmelerine rağmen, kendilerine birkaç yıl, üzerinde “Anadolu üniversitesi Tıp Fakültesi” yazan diplomaları dağıtıldı.
Bunun nedeni şuydu:
Anadolu üniversitesi bir markaydı.
Tıp fakültesi de, aslında üniversitenin marka olmasını sağlayan en önemli lokomotif unsuruydu.
Doğal olarak, mezun olan öğrenciler de diplomalarında bu iki markanın yan yana olmasını istiyordu.
xxx
üniversiteleri oluşturan unsur fakültelerdir…
Bazı fakülteler gerek ülke çapında, gerekse Avrupa ve Dünya’da, isim yapıp marka haline gelirler…
Bu fakültelerin isimleri üniversite ile öylesine özdeşleşir ki, ikisini birbirinden ayırmaya kalktığınızda hem üniversite, hem de fakültenin marka değeri bir anda taban yapar…
üniversiteyi marka yapan fakülteleri birbirinden ayırdığınızda bu durum, Pepsi Cola markasının bir sabah “Tepsi Cola” ismiyle yoluna devam etmek istemesi gibi saçma sapan bir vaziyet doğurur.
Diyeceğimiz o ki: Anadolu üniversitesi’nin başta Sivil havacılık gibi lokomotif fakültelerini alıp, başka bir üniversite oluşturmak yanlıştır…
Bugüne kadar bölünerek ortaya çıkan hiçbir üniversite, bölündüğü üniversiteyi geçemediği gibi, süreç içinde bölündüğü üniversiteyi diğer üniversitelerin gerisinde bırakmıştır…
.....
“Kesip atalım” diyorlar iyi mi?
Anadolu üniversitesinin bölünmesini onaylayan ve bölünen kısmı ile yeni bir üniversite yaratılacak olmasını savunanların ileri sürdüğü bir gerekçe var…
Neymiş efendim?
üniversite öylesine büyümüş ki, yönetilebilir olmaktan çıkmış.
Zapt edilemez boyutlara ulaşmış.
Bu büyük bir problem miş!
Bölünmek suretiyle bu problem de ortadan kalkacak mış!
Bu gerekçeye illet olmamak mümkün değil…
Dünyanın hiçbir yerinde, bir doktor, kendisine müracaat eden 150 kiloluk bir hastaya “Senin belden aşağısını keselim. Böylelikle 90 kiloya düşersin. Kilo sıkıntın da ortadan kalkar” demez…
Ama bizim Profesör Doktorlar resmen bunu diyor…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Hamamyolu birleştirmiş…
Hamamyolu’nun yeni düzenlemesini beğenmeyen ve bu düzenlemeye tepki gösterenler belki kızacak bu yazdıklarımıza…
Ancak…
Hamamyolu’nda yapılan düzenlemeye ilişkin “Şöyle güzel oldu”, “Böyle harika oldu” falan demek değil niyetimiz.
Başka bir tespitimizi dile getirmek istiyoruz.
önceki gece Hamamyolu’ndaydık Kıraç konserini izlemek için.
Sahneye n uzak noktadan izledik konseri…
Zaten, kalabalık nedeniyle sahneye yaklaşmamızın da imkanı yoktu.
Konserin gerçekleştirildiği yer ile ilgili bir şey dikkatimizi çekti.
Halbuki, düzenleme sonrasında oradan defalarca geçmemize rağmen hiç fark etmemişiz.
Hamamyolu’nun, konserin de yapıldığı o alan bildiğiniz miting alanı olarak da kullanılabilecek bir meydan haline gelmiş.
İkinci tespitimiz ise gerçekleştirilen konsere ilişkin.
öncelikle sanatçı seçiminde Kıraç ismi son derece doğru bir tespit olmuş.
Zaten sanatçının sahnede ortaya koyduğu performans da yapılan bu seçimin ne kadar doğru olduğunu gösterdi.
Gelelim konser alanına, konseri izlemek için gelenlerin profiline:
Konser gecesi orada…
Konseri izleyenlerin büyük bölümünün kadın, kadınların da büyük bölümünün kapalı olduğunu, izleyicilerin yine büyük bir çoğunluğunun orta yaş ve üzeri insanlardan olduğunu, kısacası, Hamamyolu’nun gerçek insan profilinin orada bulunduğunu gördük.
Bu durum ne yalan söyleyelim, açılış töreni için düşünülen “Hamamyolu Birleştirir” sloganının o gece o konserle hayata geçmiş olduğunu gösterdi.
.....
Küsmedi, kenara çekilmedi, mücadeleyi bırakmadı…
AK parti 2002 yılında kurulduğunda, kamuoyunun önüne kurucu il başkanı Osman Yüksel çıktı…
öncesinde kendisine “Yeni bir parti kuruyoruz. Gelip il başkanı olur musun?” teklifi gitmiş, yapılan teklife “Hay hay” demiş, Eskişehirli bir tüccar olarak çağrıldığı Ankara’dan Eskişehir’e “Kurucu İl Başkanı” olarak dönmüştü.
Kurucu il başkanlığı görevinin hemen ardından, milletvekili adaylığı için müracaat etti.
Kendisine son, yani 6 ncı sıra reva görüldü…
Küsmedi, kenara çekilmedi, mücadeleyi bırakmadı…
Yeniden il başkanlığına aday oldu…
AK Parti’nin tarihi’nde ilk kez 2 adaylı kongrede seçimi kazanıp, yeniden il başkanlığı koltuğuna oturdu.
O kadar çok uğraşanı vardı ki, rahat bırakmadılar.
Her Allahın gönü genel merkeze şikayetler yağdırdılar.
Bunun sonucu seçimle geldiği il başkanlığından istifa etmek durumunda kaldı.
Küsmedi, kenara çekilmedi, mücadeleyi bırakmadı…
Milletvekili adayı oldu yine…
Temayül yoklamasında birinci sırada çıktı.
Ama Milletvekili listesinde yine yoktu…
Küsmedi, kenara çekilmedi, mücadeleyi bırakmadı…
AK Parti içinde olmaya devam etti…
Onca haksızlığa uğramasına rağmen durdu partide.
Şimdi yeniden Milletvekili adayı olmak için müracaatını yaptı…
Sonuç yine aynı olursa, eminiz ki yine Küsmeyecek, kenara çekilmeyecek, mücadeleyi bırakmayacak…
Fakat…
Siyasetin adaleti varsa sonuç bu defa belki de farklı olacak…
....
En kıyak şans oyunu…
Şu sıralar ne milli piyango, ne sayısal loto ne de İddia…
En kıyak şans oyunu. Milletvekilliği adaylığı.
Veriyorsun 3 bin lira para, müracaatını yapıyorsun…
Listede yer almazsan, kaybın sadece vermiş olduğun 3 bin lira ile sınırlı kalıyor…
Listede olur fakat seçilmesi zor bir yere konulursan, o kaybettiğin 3 bin liraya biraz daha eklenir.
Koşturma da cabası.
Fakat…
Olur da, listenin seçilebilir bir olursan ve seçilirsen, her ay gelsin 20 bin lira…
Hem de 4 yıl boyunca…
üstelik, diğer tanınan avantajlar da cabası.
O yüzden…
şu sıralar gerçekten en kıyak şans oyunu, milletvekilliği adaylığı…